ihya.org

ömer hilmi efendi

AYAKLI KÜTÜPHANELER

[img]http://tarihvedusunce.esmartweb.com/_framed/esmartweb/tarihvedusunce/OHilmiE.jpg[/img]

[B][COLOR=orange]"Asrımızın İmam-ı Âzamı"[/COLOR]
[COLOR=red][SIZE=3]Ömer Hilmi Efendi[/FONT][/COLOR][/B]

[I]Dursun Gürlek[/I]

Tarih ve Düşünce'nin ikinci sayısında yayımlanan ve Prof. Dr. Atilla Çetin Bey tarafından kaleme alınan "Robert Mizrahi'nin Besmeleli Günlüğü"ndeki şu satırlar beni son derece etkilemişti:

"Hukuk mektebi, özellikle bizim üçüncü sınıf yasa boğuldu. Acımasız ölüm, dün sabah bir beyin kanaması sonucu vefat eden hocalarımızın en seçkini Ömer Hilmi Efendi'yi hayatının en parlak döneminde, bizden alıp götürdü. Kendisi pek bilgili ve nadir bir zekâ idi. Fikirlerinde açık sözlü, evkaf konusunda çok derin bilgi sahibiydi. Ölümü, telâfi edilmez bir kayıp."

Şimdi bir de "Mecelle-i Umûr-ı Belediye", "İstanbul Şehreminleri", "Muallim Cevdet", "Abdülaziz Mecdi Tolun'un Hayatı ve Eserleri" gibi bir daha kaleme alınması asla mümkün olmayan anıt kitapların müellifi Osman Nuri Ergin Bey'in "Türk Maarif Tarihi" adındaki külliyatın üçüncü cildinden aldığım şu satırları lütfen dikkatli bir şekilde okuyunuz:

[B]Göz yaşıyla ıslanan günlük[/B]

"Bir gün Karinâbâdlı Ömer Hilmi Efendi ders takrir ederken, bildiği yabancı dil sayesinde, aynı konuyu Batı'da yazılan hukuk kitaplarından da inceleyen Ermeni bir talebe, İslâm hukukunun daha doyurucu, akla daha yatkın kurallar koyduğunu değerli hocasının derslerinden anlayarak hayretler içinde kalır, hemen ayağa kalkar, İslâm fıkhına olan hayranlığını gösterir, derhal Müslüman olur ve Dâniş adını alır."

Musevi asıllı bir Osmanlı aydınına göz yaşlarıyla günlüğünü ıslattıran; ilmî kudretiyle ve üstün şahsiyetiyle Ermeni öğrencisinin İslâm'la şereflenmesine vesile olan böyle bir ayaklı kütüphanenin, fıkıh otoritesinin hayat hikâyesinden bahsetmeden önce, onun asıl kimliğini oluşturan İslâm hukukuyla ve Mecelle'yle ilgili bir kaç cümle söylemek gerekiyor.

İslâmi ilimlerin en önemlilerinden olan ve bir Müslüman tarafından öğrenilmesi son derece lüzumlu bulunan fıkıh ilminin tanzim ve tertib edilmiş şeklini "İslâm Hukuku" olarak görüyoruz. Bilindiği gibi fıkıh sözlükte, anlayışlı olmak, derin mânâlara nüfuz etmek, kapalı meselelerden açık hükümler çıkarmak, iz'an ve idrak belirtileri göstermek gibi mânâlara gelir. Bu mübarek ve muazzez kelimeyi ıstılâhî yönüyle tarif etmek icabettiğizaman, "fıkıh kişinin lehinde ve aleyhinde olan ameli hükümleri bilmesi; ibadete, ukûbata ve muamelâta vâkıf olmasıdır" demek gerekiyor.

[B]En büyük imam[/B]

İslâmî ilimlerin bel kemiğini teşkil eden ve kişinin hem dünyevi, hem uhrevi hayatını mutluluk gülleriyle renklendiren bu ilim dalını, itikâdî fıkıh, amelî fıkıh ve vicdani fıkıh diye üçe ayırabiliriz. Bu vesileyle belirtelim ki, itikâdî fıkıh "Tevhid ilmi" nin esasını teşkil eder ve böyle bir ilim, sahibini manevi tacların en büyüğüyle taclandırır; inanç veilim semalarına doğru kanatlandırır. Usûl-i fıkıh ve füru-u fıkıh diye ikiye ayrılan ve hükümlerden ibaret olan amelî fıkıh ise, Müslümanın dünyevî hayatını uhrevî parıltılarla aydınlatır. Ahlâk ve tasavvuf ışıkları halinde huzmeleşen vicdânî fıkhın ise, vicdanları nasıl ihya ettiğini, on dört asırdan beri zarâfetini ve tarâvetini koruyan böyle bir şecerenin; İmam-ı Gazalîler, Cüneyd-i Bağdâdîler, Ma'ruf-u Kerhîler, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmîler, Hacı Bayram-ı Velîler, Yunus Emreler gibi cennet meyvaları verdiğini ve vermeye devam edeceğini zaten biliyoruz.

Fıkıh ilmini, bu sahanın en büyük otoritesi olan ve adı dünya hukuk tarıhine altın harflerle yazılan İmam-ı Âzam hazretleri tanzim ve tertip etti. Numan bin Sabit veya Ebû Hanife diye bilinen büyük İmam, kendi adıyla anılan Hanefi mezhebini kurdu. İslam milletlerinin büyük bir bölümü İmam-ı Azam'ın ve bu mezhebin etrafında pervane oldu. Bu gün de Hanefi mezhebini, mensupları en çok olan ve tarihi seyrindeki birinciliğini devam ettiren bir mezhep olarak gör üyoruz.

[B]Altın dolu keseler[/B]

Belirtilmesi gereken önemli hususlardan biri de şudur ki, İmam-ı Âzam hazretleri gerek Emevîler devrinde, gerekse Abbasiler zamanında şanına layık muameleyi görmedi; bilâkis rencîde edildi, tahrike ve tezyife maruz kaldı. Hapishanelerde çile doldurdu ve muazzez ruhunu zindanda Rabbine teslim etti. Halbuki onun en büyük eseri olan Hanefi Fıkhı Osmanlılar tarafından tam altı yüz sene en titiz bir şekilde uygulandı. Bu ekolün mensupları, başta Osmanlı padişahları olmak üzere bütün bir devlet erkânı tarafından en büyük saygıyı ve hürmeti gördü. Müftiyyülenamlık, fetvâhane, meşihat dairesi, şeyhülislamlık, kazaskerlik, kadılık gibi kurumlar ve kuruluşlar Osmanlı devletinin en önemli müesseselerini teşkil etti.

Osmanlı cihan devletinde uygulanan adalet sistemi öyle kadılar, öyle müftüler yetiştirdi ki, onlar sayesinde dünyanın dört bir yanında huzur ve mutluluk rüzgârları estirildi. İlây-ı kelimetullah için serhadlerdeki düşmana haddini bildiren ordu, arkasına çil çil kubbeler serperek gid iyordu. "Cündülluh" denilen ve Allah'ın askerleri oldukları için övünen bu neferler, üzüm bağlarından kopardıkları salkımların yerine içi altın dolu keseler asarak, nasıl altın kalpli insanlar olduklarını muhteşem tablolar halinde gözler önüne seriyorlardı.

[B]Hukukun üstünlüğü[/B]

İslâm hukukunun zirve şahsiyetlerini oluşturan kadılar ve hâkimler, bu vadide o kadar ilerlediler, İslâmi hükümleri öyle tavizsiz ve pervasız bir şekilde uyguladılar ki, neticede yepyeni bir hukuk sistemi ve dünyada benzeri görülmeyen yargılama şekilleri ortaya çıktı. Adı gibi kendisi de yıldırıma benzeyen Birinci Bayezid'in şahitliğini kabul etmeyen ve kendisini mahkemeden dışarı çıkaran Mevlânâ Şemseddin-i Fenârîleri, Fatih gibi bir cihan padişahının kollarının kesilmesine karar veren Hızır Beyleri, padişahın gönderdiği fermanı kanuna ve şeriata aykırı diye kabul etmeyen, yırttıktan sonra onu getiren çavuşun yüzüne atan Bursa kadısı Molla Gürânîleri, "şîrler pençe-i kahrından lerzân olan" ve hakkında,

"Rakîbin ölmesine çâre yoktur

Vezir olsun meğer Sultan Selîm'e"

denilen Yavuz Sultan Selim Han'ın odasına girerek "eğer şeriata ve kanuna aykırı hareket edersen, ben de senin hal edilmen için fetva veririm!" deme cesaretini gösteren Zembilli Ali Efendileri ve daha nice ilim ve fazilet âbidelerini işte bu sistem yetiştirdi.

Tabiî ki "ezmanın tegayyürüyle ahkâm da tegayyür etti" ; ilerleyen zamanla, değişen şartlarla birlikte yeni olaylar, değişik konular ortaya çıktı. Bir takım yeni arayışlara, modern kanunlaştırma hareketlerine ihtiyaç duyuldu. İşte Tanzimat'tan sonra başlayan modern kanunlaştırma hareketlerine en önemli ve orjinal örnek olarak Mecelle'yi görüyoruz. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, Hanefi Fıkhı'nı esas almak sûretiyle İslâm hukukunun muamelatla ilgili hükümlerini en güzel şek ilde yeniden tedvîn etti. Böylece benzeri bir daha yazılamayacak kadar mükemmel olan bir hukuk şaheseri ortaya çıktı. Mecelle Cemiyeti'nin tertip ve tanzim ettiği kanunlar 1868 yılından itibaren uygulanmaya başladı ve 1926'ya kadar, tam elli yedi yıl yürürlükte kaldı.

[B]Vecize gibi[/B]

Toplam 1851 maddeden ibaret olan Mecelle'yi oluşturan kurallar, özellikle umûmî hükümleri ihtiva eden mukaddime bölümü, doğrudan hadis-i şeriflere, İslâm büyüklerinin kitaplarına, ezcümle Debûsî'den mülhem olarak İbn-i Nüceym'in kaleme aldığı "Eşbah" adlı esere dayanıyor. Mecelle'nin ortaya koyduğu esaslara katı ve donuk hukuk kuralları diye bakarsanız yanılırsınz. Tam aksine, bu şaheser aynı zamanda bir vecizeler kitabı gibi arz-ı endam eder ve okuyanların kültür dünyasını zenginleştirir, ilim okyanusunu enginleştirir. Şu birkaç örneğe dikkat ederseniz, bunun böyle olduğuna siz de kanaat getirirsiniz:

- Fıkıh ilmi, kişinin pratik hayatıyla ilgili dini meseleleri bilmesidir.

- Bir işten maksat ne ise, hüküm ona göredir.

- Şek ile yakîn zâil olmaz.

- Beraat-ı zimmet asıldır.

-Kelâmda asıl olan mânây-ı hakîkîdir.

- Zaruretler memnû olan şeyleri mübah kılar.

- Mâni zâil olunca, memnû avdet eder.

- Şâhidin adil olması şarttır.

İşte Mecelle, o zamanlar Dîvan-ı Ahkâm-ı Adliye nâzırı olan büyük âlim ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa'nın başkanlığı altında Filibeli Halil Efendi, Şirvânîzâde Seyid Ahmed Hulusi Efendi, Kara Halil Efendi, Ahmed Hilmi Efendi, Bağdatlı Muhammed Emin Efendi, Ömer Hulûsi Efendi, Ömer Hilmi Efendi gibi bilginler ve hukukçular tarafından hazırlandı ve hukuk dünyasına bir şaheser olarak takdim edildi.

[B]Meçhul allâme[/B]

Yazımızın baş tarafında hayatından iki parça anekdot sunduğumuz Karinâbâdlı Ömer Hilmi Efendi, Mecelle Cemiyeti'nin en dikkat çekici şahsiyetlerinin başında geliyordu. On dokuzuncu asrın sonlarında temâyüz eden bu büyük mü büyük fıkıh bilgini, hukuk otoritesi ve din âlimi 1843 yılında İstanbul'da doğdu. Babası "Karinâbâdi" nâmıyla bilinen ulemadan Abdullah Efendi'dir. Huzur Dersleri'nin verdiği bilgiye göre, "müderris ve dersiâm" olarak görev yapan bu zat, padişahın huzurunda gerçekleştirilen ve oldukça tartışmalı geçen derslere hem muhatap, hem mukarrir olarak katılırdı. Bursalı Mehmed Tahir Bey, en meşhur eseri "Osmanlı Müellifleri"nde Abdurrahman Efendi'ninhayatını anlatırken "fukahây-ı benâmdan" ibaresini kullanır. Sicill-i Osmanî'den ise, Fatih dersiâmlarından ve meşâhir-i ulemadan Karinâbâdlı Abdurrahman Efendi'nin 1279 yılında vefat ettiğini ve Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildiğini öğreniyoruz. Sayın Prof. Dr. İsmet Sungurbey'in verdiği bilgiye göre, kabrinin İbrahim Halebi'nin civarında, İbn-i Kemal'e giden yolun sol kenarında bulunduğunu anlıyoruz. Mezar taşındaki kitabe şöyledir:

"Küllü men aleyhâ fân"

Eyledi azm-i beka Hâce Karînâbâdî

Eylesün medrese-i hulde müderris Yezdân

Fenn-i tefsir u ehâdisde mâhir idi pek

Kıldı fıkdânına mâtem fukahây-ı devrân

Nice yıllar olarak Ders-i Huzur'a hâzır

Zâtı olmuştu liyakatle mukarir el'ân

Dinlese Seyyid o üstad-ı külün takrîrin

Der idi şimdi budur âlem-i nihrîr-i zemân

Ağlasun fevtine tüllâb-ı ulûm-ı şettâ

Gitti eyvah o kütüphane-i fazl u irfân

Kabrini rahmet ü ihlâs ile teşrif eden

İzn-i Bâriyle ola nâil-i afv ü ihsân

Yazdı ilham ile târîh-i vefâtın Safvet

Cilvegâh eyledi adni Hâce Abdurrahman

Sene 1279

Babas ının mahlâsına uygun olarak kendisi de "Karinâbâdlı Ömer Hilmi Efendi" ünvanıyla büyük bir şöhret kazandı. İlk dersleri özel hocalardan ve mahalle mektebinden aldıktan sonra medrese tahsiline devam etti. Devrin en önemli hocalarından ve büyük bilginlerinde n Tikveşli Yusuf Efendi'den feyiz ve icâzet aldı. Fetvâhane müsevvitliğiyle ilk defa memuriyet hayatına atıldı. Bu yıllar oldukça hareketli ve bereketli geçti. Bir süre sonra aynı dairenin eminliğine seçildi. Daha sonra evkaf müsteşarı oldu. Yeni görevinde de büyük başarı gösterdiği için terfi etti ve " Defterhane Senedat" memurluğuna atandı. Derken temyiz mahkemesi üyeliğine getirildi. İlmiye mesleğini sırasıyla kat' ederek "İstanbul" pâyesini kazandı.

[B]Mecelle denilen âbide[/B]

Bundan sonra da bir süre evkaf müfettişliği yapan Ömer Hilmi Efendi Temyiz Mahkemesi başkanlığına getirildi. 1880 yılında bir nizamname ile açılan hukuk mektebinde "Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye" muallimliğine atandı. Adı geçen mektepte uzun süre hocalık yaptı ve asıl ilmi ve hukuki dirayetini bu sırada gösterdi. Ahmed Cevdet Paşa'nın başkanlığı altında tedvîn edilen "Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye" meclisinde büyük bir faaliyet gösterdi. Özellikle Mecelle'nin son dört kitabı tamamen onun eseridir. Bu gün bile yürürlükte bulunan, tertibi ve tedvinison dereve güç olan vakıflara ait yazılmamış hükümleri bir araya getirmek sûretiyle kanun haline soktu ve böylece hukuk dünyasına eşsiz bir eser hediye etti. "Ahkâmü'L-Evkaf" adıyla yayınlanan bu değerli eser daha sonra Fransızcaya çevrildi.

On iki ciltlik "Tarih-i Cevdet"i, iki ciltlik "Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefâ" gibi eserleri kaleme alan, "Maruzat" ve "Tezakir"i yazan büyük devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa, işte bu sırada Ömer Hilmi Efendi'nin mütebahhir bir âlim olduğunu yakından görür, kendisinihakkıyla takdir eder, hatta daha da ileri giderek Hazret'i övücü sözler söylemekten, iltifat üstüne iltifat etmekten kendini alamaz. Nitekim İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ordinaryüs Profesörü Ebu'lûla Mardin de "Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevde t Paşa" adındaki son derece kıymetli eserinde enteresan bir tesbitte bulunur: "Değerli ve feyizli âlim Cevdet Paşa, ne Eşbah sahibi bir İbn-i Nüceym, ne son asırlarda yetişen fakihlerden bir İbn-i Âbidin, ne de asrımızın efâzıl-ı fukahasından bir Ömer Hilmi Efendi" der.

Adı geçen kaynak ve diğer bir takım eserler Ahmed Cevdet Paşa'nın, Ömer Hilmi Efendi hakkındaki tesbitlerini ve takdir edici sözlerini şöyle nakleder:

[B]Cevdet Paşa diyor ki...[/B]

Cevdet Paşa, Mecelle Cemiyeti'ne başkanlık ettiği sırada, fıkıhla ilgili önemli eserler için kendisine müraacat edildiği zaman "Asrımızın İmam-ı Azam'ı olan Ömer Hilmi Efendi Hazretleri varken ne diye bana geliyorsunuz?" şeklinde cevaplar verir. Paşa hazretlerinin bu sözleri o devirde o kadar yayılır ki hemen herkes Ömer Hilmi Efendi'ye büyük hayranlık duymaya başlar.

Mecelle Cemiyeti son toplantılarını yaptığı sırada toplantıya devrin meşhur fıkıh hocası Metn-i Veciz sahibi Büyük Haydar Efendi de katılır. Reis Ahmed Cevdet Paşa, işleri çalışma arkadaşlarına dağıtırken "Bizim bunlara aklımız ermez, tetkik etmesi için Ömer Hilmi Efendi hazretlerinden ricada bulunalım" der ve konuyu merhuma havale eder. Bu dağıtım işinin devam etmesi ve Ömer Hilmi Efendi'ye bezledilen iltifatların artması üzerine Büyük Ali Haydar Efendi bira z alınır, bir gün şunları söylemek zorunda kalır: "Niçin bizim aklımız ermesin? Böyle bir işin tetkiki buyruldu da âciz olduğumuzu mu söyledik? Biraderimiz Ömer Hilmi Hazretlerini taltif etmek veya işi kendilerine tahmil (yüklemek) için böyle buyuruyorsunuz. Fakat tekerrür ettiğinden maruzatta bulunmak lüzumunu ve zaruretini hissettim."

[B]Hazin ölüm[/B]

Ömer Hilmi Efendi gibi "nâdire-i hilkat" zatların dostları kadar düşmanlarının da çok olduğunu, böyle harika beyinleri kıskanan beyinsizlerin boş durmayacaklarını biliyoruz. Nitekim böyle bedmâye birisi saraya bir jurnal verir, ölümle sonuçlanan bir dramın ortaya çıkmasına vesile olur. Ömer Hilmi Efendi saraya celbedilir ve sorguya çekilir. Eski dostlarından Süreyya Paşa'nın mâbeyn başkâtipliği zamanına rastlayan bu olaydan paşanın delâleti ve şehadeti sayesinde, her hangi bir zarar görmeden kurtulur. Ancak apar topar saraya götürülmesi ve bir suçlu gibi sorguya çekilmesi Efendi Hazretlerini son derece üzer, ilmî ve manevi şahsiyeti rencide olur. Bu hâdise âdeta içinde bir ukde haline gelir. Aradan çok geçmeden kırk yedi yaşında irtihal-i dâr-ı beka eyler, muazzez ruhunu Rabbine teslim eder. Fatih türbesinin civarına defnedilir.

Bakınız: (ihya, kalem, lale, Numan, cennet, islâm, vicdan, kapı, şehadet, sultan, dünya, yunus emre, ahlâk, hadis-i şerif, din, şerîat, aşk, allâhü teâlâ, imam-ı gazzâlî, nil, yol, insan, akıl, kültür, dil, müslüman, özel, kelime, harf, inci, mübah, ecel, kazâ, hilm, mezheb, kelâm ilmi, bu ne, acı, besmele, gül, ömer hilmi efendi, ebu hanife)

Top