ihya.org

mütercim asım

AYAKLI KÜTÜPHANELER
[img]http://tarihvedusunce.esmartweb.com/_framed/esmartweb/tarihvedusunce/Mutercimasim.jpg[/img]

[B][SIZE=3][COLOR=red]Mütercim Âsım[/COLOR][/FONT][/B]

[I]Dursun Gürlek[/I]

Muazzam bir kütüphaneden ibaret olan evine sık sık gittiğim, bir nev'i sekreterliğini yaptığım halde bizzat kendisinden duymadım, ama başka bir Cemil Meriç sevdalısından, aziz dostum eczacı Memduh Cumhur'dan şahsen dinledim.

Bir gün Umrandan Uygarlığa yönelen, Bu Ülke'nin insanlarını Kültürden İrfana davet eden Cemil Meriç'in yanına bir profesör gelir. Üstad, rafların birinde arz-ı endâm eden Mütercim Asım'ın müheykel ve müşekkel sözlüğüne bakıp filan kelimenin anlamını söylemesini ister. Edebiyat Fakültesi'nin ünlü profesörü, sayfaları çevirmesine, çam üstüne çam devirmesine rağmen aranan kelimeyi bir türlü bulamaz. Ertesi gün Memduh Bey, "Işık Doğu'dan Gelir" diy erek Üstad'ın yanına gelir. Cemil Meriç ona da aynı görevi verir. Memduh Bey, "El-Okyanusü'l Basît fî Tercümeti'l - Kamusü'l-Muhît"i açar, aranan kelimeyi anında bulur ve Üstad'ı sevindirir. Cemil Meriç "Hayret ki hayret, bir edebiyat profesörü lügata bakm ayı bilmiyor, oysa bir eczacı meseleyi derhal hallediyor" demekten kendini alamaz.

Lügatçilerin şahı, dilcilerin pâdişahı Mütercim Asım'ın bu büyük mü büyük eseri hakkında bilgi vermeden önce Gaziantepli allâmenin hayat hikâyesinden kısaca söz etmek istiyorum:

[B]Duaya kapanan kulak[/B]

Mütercim Asım on sekizinci yüz yılın son dönemiyle on dokuzuncu asrın başlarında önemli bir ilim ve kültür merkezi olan Gaziantep'te doğdu. Babası şehrin ileri gelenlerinden şair Osman Husûlî Efendi'nin oğlu, Ayıntâb mahkemesinin başkâtibi Cenânî Efendi'dir. Aslen Semerkantlı olan bu aileden birçok âlim ve şair yetiştiği tarihçiler tarafından biliniyor. İşte böyle bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelen Asım'ın mâcerası daha doğduğu şehirde başlar. Şöyle ki:

Asım, bir gün Ömeriye Camii'ne gider. Antep mirmiranı Mehmet Nuri Paşa ise daha önce gelmiş ve hemen yanıbaşına oturmuştur. Mütercim Asım'la Nuri Mehmet Paşa'nın tam önünde bulunan Molla Ahmet adında bir sofu, hutbe okunurken sürekli eliyle kulaklarını tıkar. Padişah için yapıl an duayı bir türlü dinlemek istemez. Çünkü ona göre padişah zalimin biridir. Mollanın bu hareketine çok kızan Nuri Mehmet Paşa, camide bulunduğu için "ham sofu"yu hançerlemekten o an için vazgeçer, ama dışarı çıkar çıkmaz şöyle bağırır: "Be herif! Kur'an'da ve hadislerde İblis, Firavun ve Nemrut adları okundukça eşek gibi dinlersin de zalimliği isbatlanmamış olan ve dinimize göre kendisine itaat edilmesi gereken padişahın adını -zalimdir diye- duymak istemezsin. Senin bu hareketin riyâkârlıktan başka nedir. Bu davranışın halkla padişahın arasını açmak değil midir?"

Paşa, hemen orada bulunan cellâda işaret eder, bu adamın boynunu vurması için emir verir. Ancak araya giren Mütercim Asım, dîvan kâtipliğini yaptığı paşayı yatıştırmayı başarır ve bizim ham sofu böylece canını kurtarır. Kurtarır, ama kader ağlarını örmeye devam eder, tarihin en garip olaylarından biri olanca ibret çizgileriyle kendini gösterir.

[B]Mağaradaki âlim[/B]

Antep'te adına bir de cami yaptıran Nuri Mehmet Paşa, aynı zamanda âlim ve şair bir zattır. Ne yazık ki paşanın makamına göz diken bazı gözü dönmüşler, fitne ve fesat kazanını kaynatmaya, altına odun atmaya devam ederler. Paşa'nın, padişaha isyan ettiğini etrafa yaymaya başlarlar. Hatta bütün bunlara devrin sadrazamını da inandırırlar. Vepaşanın idam edilmesi için ferman çıkartmayı başarırlar. Paşaya gerekli dersi vermek üzere Antep'e otuz binden fazla asker gönderilir. Paşa, padişaha bağlı olduğunu anlatmaya çalışır, ama hiçbir sonuç alamaz ve mecburen savunmaya geçer.

İstanbul'dan gönderilen askerler büyük bir velvele ve gulgule içinde şehre girerler, top ve tüfenk kullanmaya başlarlar. Çok sayıda askerin hızla ve hışımla kendi evine doğru geldiğini gören Mütercim Asım, damdan atlayarak bir kocakarının evindeki mağaraya sığınır. İbnülemi n Mahmud Kemal Bey'in ifadesiyle "gâr-ı pür mâr" içinde, yılanların ve akreplerin arasında bir kaç saat gizlenir. Şehirde ve çevresinde savaş dolayısıyla büyük bir sıkıntı baş gösterir. Halkın büyük bir bölümü Rakka ve Malatya taraflarına göç eder. Paşa da kaleye çekilip savunma hareketini sürdürür. Asım, bu hengâmede malını mülkünü kaybeder. Antep'in soylu bir ailesinden olmasına rağmen beş parasız kalır. Fakat onu asıl perişan eden hâdise, nefis eserlerden oluşan son derece değerli kütüphanesinin yağma ed ilmesidir. Bu kitap katliâmı, evlât acısı gibi bağrını deler. Bazı âlimlerin ve ırz ehli kimselerin yardımıyla Kilis'e kaçmayı başarır. Bu arada Halep tüccarlarına hayli borçlanır. Kilis'te büyük bir sıkıntı çektikten sonra çoluğunu çocuğunu tekrar Antep'e göndermek zorunda kalır. Kendisi de:

"Kalmadan hâk-i mezellette hemen ey Âsım

Âzim-i sûy-i semâsây-i Sıtambul olalım"

diyerek, Nedim'in, bir taşına bütün Acem mülkünü fedâ ettiği İstanbul şehr-i şehîrinin yolunu tutar.

[B]Padişahın telif ücreti[/B]

Asım Efendi bu sırada otuz beş yaşındadır. Devir, Üçüncü Selim devridir. İstanbul'da devlet adamlarıyla ulema arasında rekabet hüküm sürmekte, türlü türlü entrikalar çevrilmektedir. Bununla beraber yeni yeni uyanış hareketleri de görülmektedir. Böyle bir ortamda, taşradan İstanbul'a gelen Asım'ın ilgi görmeyeceği, bir takım zorluklarla karşılaşacağı tabîîdir. Nitekim ilk zamanlar büyük bir sıkıntı çeker, kimseyle ülfet ve ünsiyet edemez. Fakat ümidini ve azmini hiçbir zaman yitirmez, olağanüstü bir gayret göst erir. Tebrizli Hüseyin bin Halef'in "Tıbyan-ı Nâfî der Tercüme-i Burhan-ı Katı" adındaki lügatını büyük bir başarıyla Türkçeye çevirir. Daha sonra bu muazzam eseri, ilim adamlarından ve sanat erbabından hoşlanan devrin padişahına takdim eder. Üçüncü Selim, Mütercim Asım'ın münasip bir göreve tayin edilmesini ister, üç yüz kuruş maaş bağlar, ikameti için dayalı döşeli bir ev alır. Ayrıca çoluğunu çocuğunu Antep'ten İstanbul'a getirmesi için para yardımında bulunur. Ancak bu sırada Mısır Vak'ası çıktığından v e yalan yanlış dedikodular etrafı kapladığından ailesini İstanbul'a getiremez. Derken başka bir felâket baş gösterir ve Mütercim Asım'ı hayli üzer. Oturduğu mahallede çıkan yangın diğerleriyle birlikte onun da evini yakıp kül eder. Tarihinde bizzat belirttiği gibi, Mütercim "çırılçıplak" canını zor kurtarır.

[B]Medine'de verilen emir[/B]

Hâdiseyi duyan Üçüncü Selim, derhal yardım elini uzatır, kendisini teselli eder. Asım, Halepli İbrahim Efendi'nin "Siyer-i Halebi"sini tercüme ederek padişaha sunar. Bu kitap o zaman büyük bir rağbet görür. Mısır'da Fransızlarla savaşan askerlerin ve halkın üzerinde büyük bir etki meydana getirir. Çünkü eserde Peygamberimizin gazalarından ve menkıbelerinden söz edilmektedir. Bu gelişmeleri takiben Üçüncü Selim Han'ın desteğiyleHacca gider, Medine'de bulunan hocası Abdullah Necip Efendiyle görüşür. Hocası, Mütercim'in Siyer-i Halebi adındaki eserine bir de takriz yazar. Ayrıca "Kamus" adındaki meşhur lügati Türkçe'ye çevirmesi için bir nevî emir verir. Dönüşte Şam'a ve Halep'e uğrayan Asım Efendi, buralarda akrabalarıyla görüşerek sıla-i rahimde bulunur. Çoluğuyla çocuğuyla İstanbul'a gelir ve Üsküdar Nuhkuyusu'ndaki evine yerleşir.

Şeyhülislam Ataullah Efendi'nin fetvasıyla Üçüncü Selim hal edilince Mütercim Asım da bundan nasibini alır. Sıkıntılı günler tekrar başlar. Bizzat kendisinin yazdığı tarihten öğrendiğimize göre, elindeki kıymetli kitapları yok pahasına satmak zorunda kalır. Büyük bir geçim sıkıntısına düşer. Bire on ödemek üzere Halep tüccarlarından borç para alır. İkinci Mahmud'un tahta çıkmasıyla beraber Mütercim'in de bahtı tekrar açılır. Yeni padişah ruus derecesini yükseltir, Üçüncü Selim'in verdiği evin üç katı büyüklüğünde bir ev verir.

İnsan karakterine musallat olan ve onun bütün iyi hasletlerini âdeta gölgeleyen kötü huylardan biri de kıskançlıktır. Ne yazık ki devrin Şeyhülislâmı Abdullah Efendi de bu illet ile malûldü. Bir akrep gibi içini kemiren kıskançlık duygusunun etkisiyle taşradan gelen Mütercim Asım'ın engin bilgisini ve padişahın nezdindekiitibarını hazmedemez. Antepli bilginin tökezlemesi için her çareye başvurur. Padişahın iradesine rağmen, kendisine tahsis edilen üç yüz kuruşluk arpalıktan istifade etmemesi için elinden geleni arkasına koymaz.

[B]Entrika ve kıskançlık[/B]

Mütercim Asım hakkında değerli bir eser yazan hemşehrisi Ömer Asım Bey'in verdiği bilgilere göre söylemek gerekirse, Şeyhülislâm Ataullah Efendi'nin böyle olumsuz tavır sergilemesinin sebeplerinden biri de siyasidir. Üçüncü Selim'e karşı başlayan harekette Asım Padişahı tutar. Ataullah Efendi'yle hocası Münip Efendi ise yenilikçilere düşmandır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Üçüncü Selim'in tahttan indirilmesi için Ataullah Efendi fetva verdi. Yenilik hareketlerine karşı hocası Münip Efendi'yle birlikte Ocaklıyı destekledi.

Bütün bunlardan dolayı Mütercim Asım, kendisini kıskanan ve durmadan zorluk çıkaran şeyhülislâmı tarihinde iyice hırpalar, bir takın iğneleyici cümleler kullanır; ezcümle şunları söyler: "Ataullah Efendi bilgimi kıskandığı için beni sevmez. Özellikle şeyhülislâmlığı zamanında, geçim sıkıntısı içinde bulunduğu sırada, bazı dostlarca kendisine bildirilerek, bana bir geçimlik sağlaması rica edildiğinde nasıl bir cevap verdiği bütün çağdaşlarımız tarafından bilinmektedir. Bu sebeple aramızın düzelmesi imkansızdır.

Ataullah Efendi görünüşte dindar ve iyi bir kimsedir. Tütün içmez, doğruluktan ayrılmaz, alçakgönüllüdür. Ama kimseye hayrı dokunmaz, ruhsal zevkten yoksun, hele taşralı değerleri çok kıskanan biridir. Bazı kitaplar için kaleme aldığı tanıtma yazılarında öyle iki yüzlü davranır ki, övüyor mu, veriyor mu belli olmaz. ( bu arada kıskanç şeyhülislamın, Mütercim Asım'ın ünlü sözlüğü Burhan-ı Katı'a da bir takriz yazdığını belirtelim) Ama övdüğü sanılan yazılarının altında gizli bir yerme olduğu nu sonraki yazılarında belirttiği görülmüştür. Ben zavallının İstanbul'da bulunuşunu, padişahtan ara sıra iltifat görmemi kendisi de, hocası Münib de çekememişlerdir. Sultan Üçüncü Selim, Ataullah'ı sevdiğinden şeyhülislâm yapmış, ne var ki kendisini taht tan indirecek fetva kalemini kendi eliyle ona teslim etmiştir".

[B]Tarihçiden tarihçiye tenkid[/B]

Bazı tarihçiler, Mütercim Asım gibi bir ilim ve fazilet âbidesinin muarızlarına böyle "nâlâyık" sözler söylemesini şahsına yakıştıramazlar, hafifçe tenkit etmekten kendilerini alamazlar. Meselâ bunlardan biri olan İbnülemin Mahmud Kemal Bey "Son Asır Türk Şairleri" adlı muhalled eserinde Mütercim Asım'ın ilmî otoritesini ve üstün kişiliğini, nev'-i şahsına münhasır bir üslûpla gözler önüne serdikten sonra şunları söyler:

"Gelenbevî gibi, Şânîzâde gibi eâzım-ı efâdılın, tesadüf ettikleri mahrumiyetelere ve mihnetlere sair söyledikleri gibi gayet nâzikâne ve hazımkârâne bir kaç söze, bir de Hazreti Asım'ın uzun sözlerine bakınca insan 'kâşki şu sözleri söylemeseydi, elbette daha ziyâde ibrâz-ı kemal ederdi' demeye mecbur oluyor. Şeyhülislâm Ataullah Efendi, Hoca Münip Efendi ve sair zatlar hakkındaki kelimât-ı gayr, lâyikası Asım'ın şân-ı fâziletine yakışacak şeylerden değildir. "

Mütercim Asım on dokuzuncu yüzyılın başlarında büyük bir şöhret kazanır. İlmî otoritesini büyük bir vukûfiyetle ortaya koyar. Cilt cilt eserler kaleme alır. Özellikle Arapçadan ve Farsçadan yaptığı tercümelerle tam bir üstad olduğunu, lügat ilminde büyük bir merhale kaydettiğini isbat eder. Bundan sonra "Mütercim Asım" lâkabıyla anılmaya başlar. Türk elçisi Raif Efendi'yle birlikte, İran'dan Türkiye'ye gelen İran elçisi ulemadan Hoy müftüsü Ak İbrahim adındaki ahondla yaptığı ilmî münazara elçinin yanındaki değerini yüceltir ve ilmî salâhiy etini isbat eder. Kamus tercümesinden götürdüğü otuz kırk kadar cüz elçiyi hayli şaşırtır.

[B]Huzur derslerindeki huzur[/B]

Mütercim Asım'ın Sultan Üçüncü Mustafa devrinden beri sürüp gelen Huzur Derslerine de katıldığını biliyoruz. Padişahın huzurunda yapılan Huzur Derslerinde muhatap, mukarrire soru sorar, birlikte Kadı Beyzâvî tefsiri okunur ve tartışmalar yapılırdı. Bu toplantılara katılan âlimlerin rütbeleri yükseltilir, harçlıklar verilir, kendilerine diğer bir takım ihsanlarda bulunulurdu. Mütercim Asım tarihinde kendisinin de bu derslere katıldığını söylüyor ve şöyle diyor.

"Yıllardan beri âdet olduğu üzere, Ramazan günlerinde padişahın huzurunda Beyzâvî tefsiri okunur. Benim gibi takrire katılan yoksul bilginler, bu yıl da Ramazan harçlıklarıyla keselerini doldurdular."

Hikmet Turhan Dağlıoğlu'nun, İslâm Türk Ansiklopedisi'nin nâtamam birinci cildinde yayımladığı arîz ve amîk makaleden edindiğimiz bilgilere göre Mütercim Asım sağlam karakterli, imanlı, samimi bir Müslümandır. Kendisi Sâdâttan ve Hüseynîdir. Nitekim bir şiirinde şöyle demektedir:

Dem olmaz ki vücûdum hûn-i gamla olmaya âlûd

Bu cismin âb-u hâki hûn-i deşt-i Kerbelâ'dandır

Arada bir Galata Mevlevîhânesi'ne gider, dedelerle "hembezm" olurdu. Osmanlı hânedanına büyük bir muhabbet besleyen ve devlet-i ebed müddet idealine samimi duygularla bağlı bulunan Asım Efendi, Ehli Sünnet âlimlerine duyduğu hayranlığı her vesileyle dile getirir, sapık mezhep mensuplarından hoşlanmaz, İbn Teymiye, Şeyh Haydar, Hasan Sabbah ve Şeyh Bedreddin gibi kimseleri sevmezdi.

[B]Arsız yeniçeriler[/B]

Bilginimiz yeniçerilerin amansız bir düşmanı, ıslâhatın ve yenilik hareketlerinin samimi bir taraftarıydı. Yeniçerileri "bir alay arsız ve gayretsiz insan" kabul ediyordu. Avrupa'nın ilmini ve tekniğiin takdir etmesine rağmen Hıristiyanları hiç sevmiyordu. Ona göre İngilizler kibirli ve gururlu, Ruslar yalancı, hilekâr ve Türk düşmanı kimselerdi. Mütercim Asım memleketin ayan ve eşrafından hoşlanmıyor, buna karşılık devlet adamlarına, özellikle padişahlara büyük bir ilgi duyuy ordu. Dolayısıyla onlardan gördüğü iyiliği ve ihsanı minnetle ve şükranla anıyordu. Nitekim bir şiirinde bu konudaki duygularını şöyle dile getirmektedir:

Nimet-i Hazret-i Sultan-ı enam

Kılmadı şimdiye dek Asım'ı aç

Arpalık emrini hem kendi verir

Eylemez habbece gayre muhtaç

Mütercim Asım 1807 yılında vak'anüvislik görevine getirildi ve ölünceye kadar bu vazifesini sürdürdü. 1813'te Selânik kadılığına tayin edildi, ancak orada çok kalmadan İstanbul'a döndü. 28.11.1819'da vebadan öldü. Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü.

Asım'ın nasıl bir ayaklı kütüphane olduğunu tam mânâsıyla anlamak için tarihçilik, lügatçilik, şairlik, nasirlik, iktisatçılık, kelâmcılık yönlerinin derinden derine incelenmesi gerekiyor. Ancak bir makalenin hacmi böyle efradını câmi, ağyârını mâni araştırmaya imkân tanımadığı için; biz, her biri kendi sahasında kaynak kabul edilen ve erbabı tarafından takdirle anılan eserlerine kısaca temas edelim, onun hakikaten büyük bir allâme olduğunu, özellikle lüğatçilik alanında eşi benzeri bulunmadığını -kısmen olsun- gözler önüne sermeye çalışalım.

[B]Hakkın hatırı padişahtan da yücedir[/B]

Mütercim Asım, vak'anüvislik yaptığı yıllarda iki ciltlik tarihini kaleme aldı. Birinci cildi 384, ikinci cildi 260 sayfa olan bu eser daha sonraki yıllarda basıldı. Kitap 1806'da başlayıp 1808'e kadar devam eden olaylardan bahseder. Bu iki tarih arasındaki süre kısa gibi görünürse de arada meydana gelen siyasi gelişmeler, sebepleri ve sonuçları itibariyle oldukça önemlidir. Dolayısıyla Asım tarihinin asıl un surunu Üçüncü Selim'in hal', sonra şehid edilmesi, İkinci Mahmud'un tahta çıkarılması gibi önemli konular teşkil eder. Hemen ifade edelim ki Mütercim Asım kuru bir tarihçi değildir. Olayların anlatırken veya şahıslar hakkında bilgi verirken harcıâlem if adelerle yetinmez, duygularını da işin içine karıştırır, ayrıca tenkit yöntemini esas alır ve "saniha, istidrat, garibe" gibi başlıklar altında faydalı bilgiler verir.

Bu arada ekmeğini yediği, suyunu içtiği memleketi de unutmaz: Antep ve yöresini ilgi çekici bir üslupla anlatır. Biz bu sayede on dokuzuncu yüz yılın başlarında adı geçen yörede meydana gelen siyasi olaylar ve vergi yolsuzlukları hakkında bilgi sahibi oluruz.

İdrîs-i Bitlîsî'den de istifade ettiğini belirten Asım, aynı zamanda büyük bir tarih felsefecisidir. Yeri gelince velinimeti olan Üçüncü Selim'i bile tenkit etmekten ve yapılan yanlışları ortaya koymaktan çekinmez. Meselâ Boğaziçi'nde işi gücü yalnız keyif ve eğlenceden ibaret olan bir çok " safa pezevenklerini ve dernek bedavacılarını" eleştiri oklarına hedef tutar Ceride-i Havadis Matbaası'nda tab' edilen bu eserin basıldığı tarih belli değildir. İbnülemin Mahmud Kemal Bey'e göre, eserin aslı Said Paşa'nın eline geçen yazmadır. Son Sadrazamlar müellifi, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir.:

"Sadr-ı esbak Said Paşa merhum bana dedi ki: Vaktiyle bir Fransız lirasına Mütercim Asım'ın yazma tarihini almıştım. Bir gün Prens Mustafa Fazıl Paşa'nın yanında bulunduğum sırada bu tarihten bahsedildi. Paşa, bulamadığını söyledi. Yanımda bir nüsha bulunduğunu söyledim. 'Bana verirseniz memunun olurum' dedi. Verdim. Üç yüz lira gönderdi. Tarihi de bastırdı."

[B]Köprülü, Âsım'a hayran [/B]

Ord. Prof. Fuat Köprülü, İslâm Ansiklopedisi'ne yazdığı makalede, adı geçen tarih hakkında şunları söylüyor:

"Naima'dan Cevdet Paşa'ya kadar gelen vak'anüvisler, hatta umumiyetle tarihçilerin en kıymetlisi ve en sanatkârı olan Asım, tenkitçi görüşlerini, devrinin içtimai psikolojisini anlatan umumi tahliller, ferdiyetleri yahut vak'aları tahlil ederken çizgi ve renklerinde, biraz mübalağalı olmakla beraber, çok canlı duran tablolar ile Osmanlı tarihçiliğinin nadir simalarından biridir."

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Mütercim Asım Hacca gidince Medine'de Antepli Necip Abdullah efendi ile görüşür. Bu sırada hocası İranlı Firûzâbâdî'nin meşhur lügatini Türkçeye çevirmesini söyler. Asıl adı "El-Okyanusü'l Basit Fî Tercümeti'l Kamüsül'- Muhît" olan bu muazzam sözlük, Asım Efendi tarafından büyük bir vukûfiyetle Türkçe'ye kazandırılır.

Eserin aslı Arapçadır. 1328 yılında İran'da doğan Muhammed Mecdüddin Yakub Firûzâbâdî öğrenimini Şiraz'da tamamladı. Nizamiye Medresesi'nde okudu. Hindistan'a, Mısır'a, Şam'a ve Anadolu'ya seyahatlerde bulundu. Bu sırada Arap kabileleri arasındaki bölge ağızlarınıinceledi. Gezip dolaştığı her yerde büyük bir saygıyla karşılandı. Hem Timur'la hem Bayezid'le görüştü. İkisinin de yanından memnun ayrıldı.

[B]Altmış ciltlik lügat[/B]

En sonunda Mekke'ye ve Medine'ye gitti, sözlüğünü asıl burada hazırladı. Yemen hükümdarı Melik Eşref İsmail'i ziyaret etti ve kendisinden büyük bir hürmet gördü. Hatta Melik kızını Firûzâbâdî'ye verdi. Zebid şehrinde doksan yaşına yakın vefat etti. Mütercim Asım'ın verdiği bilgilere göre, müellif bu muazzam eserini iki bin kitaba başvurmak sû retiyle kaleme aldı. Eserin aslı altmış cilttir. Mevcut sözlük bu altmış ciltlik külliyatın kısaltılmışıdır. Ayrıca "El-Besâir" adında bir de tefsirinin bulunduğunu yine Mütercim Asım'dan öğreniyoruz.

Daha önce on cilt halinde Arapça şerhedilen Kamus'u, Mütercim Asım tam beş yılda Türkçe'ye çevirdi. Lügatçilerin verdiği bilgiye göre bu kadar hacimli bir eserin beş yılda tercüme edilmesi ancak olağanüstü bir gayretin sonucudur. 450 yıldır kimsenin cesaret edemediği bu son derece zor ve mes'ûliyetli görevi As ım Efendi yerine getirir, böylece "Arap ve Acem söz ülkelerini fethettim" der.

Hemşehrisi Ömer Asım Aksoy'un, aynı adı taşıyan kitabından edindiğimiz bilgilere göre, Mütercim Asım, eseri tercüme ederken müellifin diğer eserlerinden de faydalanır, özellikle Besair adındaki tefsirinden çok istifadede bulunur. Maddelere gerekli bilgileri ilâve eder. Ayrıca "Mütercim der ki..." sözüyle kendi düşüncelerini de ekler. Ayrıca her maddenin üzerinde titizlikle durur, bazen eserin yazarını, bazen de şârihini eleştirir, hangisinin haklı olduğunu belirtir. En önemlisi de Arapça kelimelere öz Türkçe karşılıklar bulur. Eğer bu karşılık yazı dilinde yoksa, "taşra Türkisinde böyle" demek sûretiyle Antep'te kullanılan şeklini kaydeder. Kelimelerin mânâları verilirken kullanılan dil oldukça sadedir. Bazı sözlükçülerin edep dışı diye kullanmadıkları kelimeleri bile Asım'ın lügatına aldığını yine Ömer Asım Bey adı geçen eserinde naklediyor. Ayrıca Mütercim, eserin aslında bulunmayan bazı hikâyeleri, lâtifeleri, fıkraları da tercümesine ilâve eder "Kamus"ta kelime bulmak zordur. Oysa yöntem basittir. Konuyla ilgili açıklayıcı bilgileri Ömer Asım Aksoy Bey'in eserinden aynen alıyorum.

[B]"Kamus'tan kelime bulma:[/B]

Kamus'ta kelimeler, şimdiki sözlüklerde olduğu gibi, baş harflerine göre abece sırasına konmuş değildir. Kelimenin kökündeki son harfe göre abece sırasıyla verilmiştir.

Şimdi bir kelimenin nasıl aranacağını ayrıntılı olarak bildirelim:

a) Önce kelimenin kökünü düşünmek gerekir. Arapçada türevler, kelimenin başına, ortasına, sonuna harfler eklenerek oluşur. ("ekmel"in başında; "malum"un hem başında hem ortasında; "rahmet"in sonunda bulunan harfler köklerinde yoktur.)

b) Kelimeler köklerindeki son harfe göre abece sırasına konulmuş olduğundan, Kamus'tan, abece'nin bu bölümü (babı) açılır.

c) Aradığımız kelimenin baş harfini içeren ayrım da (fasıl da) bulununca, kelimemizi bulmamız çok kolaylaşır. Çünkü burada az sayıda kelime vardır.

Bu açıklamaya göre Kamus'ta "muharebe" kelimesini arayalım:

a) Kelimenin kökü "hrb"dir.

b) Kelimenin son harfi "b"dir. Bu harf abecenin ikinci harfidir.

Bu nedenle Kamus'ta ikinci harfin yeri olan "Babü'l ba" ("b" bölümü) sayfalarını açacağız.

c) Bu bölümdeki kelimeler, baş harflerine göre abece sırasıyla "fasıl" (ayrım) lar içinde toplanmışlardır. Bu ayrımlardan "h" harfiyle başlayan ayrımı bulacağız.

ç) Burada baş harfi "h", son harfi "b" olan (yani kökü "hrb" olan sözcükler vardır. "Muharebe" de bunlar arasında görülecektir.

Kelimelerin bu yöntemle verilmesi, özdeş kökten gelen kelimelerin bir arada gösterilmesi gibi bir yarar sağlamaktadır. Asım, bunu "ahsen-i nizam ve ecmel-i intizam" diye anlatmıştır.

[B]Bazı tercüme örnekleri:[/B]

El Havfeza: Bir adam bir çocuğu ayaklarının ucuna bastırıp kaldırarak oynatmaya denir. Taşra Türkisinde çocuğu hobbaca eylemek tabir olunur.

Araban: Habur kazasında bir beldedir. Mütercim der ki: Araban, Ayntab ile Bihisni meyanında bir kazadır. Hâlâ Arabın ovası tabir olunur. Müellifin Habur'da dediği münhariftir.

El Biyas: Asla hanesinden ayrılmaz olan deyyus ve pezevenge denir ki avretine misafir gözetip durur.

Kerbelâ: (Türkçeleştirilmiştir) Irak'ta bir yer adıdır ki, İmam-ı Hüseyin'in şehid olarak gömüldüğü yer orasıdır. Ben (Asım) Hüseyniyim. Acıklı bir kasidemde şu beyti yazmıştım:

Dem olmaz ki vücudum hûn-ı gamla olmaya âlûd

Bu cismin ab u hâki hûn-i deşt-i Kerbelâ'dandır

Her yıl Muharrem ayında Kerbelâ'da yer yer kan renginde kızıllık görüldüğü söylenir. Bu beyit ona işarettir."


Bakınız: (süt, gazi, kalem, kâbe-i muazzama, mekke, medine, peygamber, ramazan, pan-islâmizm, islâm, davet, çağdaş, iman, sultan, dünya, kabile, din, aşk, nil, hadis-i şerif, yol, insan, akıl, hedef, kültür, dil, müslüman, özel, kelime, harf, inci, sünnet, peygamber efendimiz (s.a.v), kader, kazâ, şair, şehîd, mezheb, sıla-i rahim, kelâm ilmi, bu ne, ehli sünnet ve-l`cemaat, fitne, acı, mütercim asım)

Top