ihya.org

şamanist

[I]İslâm öncesi dönemde Türkler'de din...[/I]

[SIZE=5][COLOR=red]Atalarımız "Şamanist" değildi...[/COLOR][/FONT]

İbn Fadlan, Türk topraklarına yapmış olduğu seyahat esnasında, gördüğü şeyler arasında özellikle şunu kaydetmiş: "Türkler'den herhangi bir kimse bir zulme uğrasa veya sevmediği bir durumla karşılaşsa başını göğe doğru kaldırıp -Ey Allahım der gibi- 'Bir Tengri' der. Bu, Türkçe'de 'Bir Allah' demektir. Zira Türkçe'de 'Bir' Vahid, 'Tengri' de Allah mânâlarına gelmektedir..."

Deli Dumrul'un "Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin Yüce Tanrı" alkışı da, İslâm öncesi Türkleri'nin "Yaratıcı"yı nasıl bilip algıladıkları konusunda açık bir misal teşkil ediyor...

[U][I][B]Şaban Kuzgun[/B][/I][/U]

Başlangıçtan günümüze kadar tarih sahnesine çıkan dinsiz hiçbir toplum veya milleti tesbit etmek mümkün değildir. Fert olarak insan oğlu ne kadar dine bağımlı ise, cemiyet olarak da insan toplulukları dine o nispette muhtaçtır. Yer yüzünde geçmişten günümüze kadar gelip geçen bütün milletlerin kendilerine ait dini yaşayışları olmuş ve bunlar muhtelif dinlere girmişlerdir.Dindarlık, insan oğlunun mümeyyiz vasfıdır. Dinî hayatı insan dışı hiçbir toplulukta görmek mümkün değildir. Dolayısıyla din gerilik değil, aksine gelişmişliğin, akıllı olmanın bir gereği olarak ortaya çıkar. "Aklı olmayanın dini de olmaz" sözü bu gerçeğiifade etmek üzere söylenmiştir. Dünya tarihinde adını yazdırmış bütün büyük milletler ve devletler, toplumda düzeni sağlama hususunda hep dinden istifade etmişler, başka türlü teminde güçlük çektikleri toplum desteğini din sayesinde elde etmişlerdir.

Ancak tarihe baktığımız zaman bütün milletlerde dinin aynı derecede tezahür etmediğini görürüz; bazı milletler çok dindar iken, diğer bazı milletlerin aynı derecede dindar olmadığını, dine karşı lakayt kaldıklarını tesbit ederiz. Tarihe damgasını vurmuş, uzun ömürlü milletler (bazı istisnalar hariç), hep daha dindar olan milletlerdir.

Milletlerin ve devletlerin çökmesinde, dinin ortaya koymuş olduğu ilkelerin (özellikle ahlakî ilkeler) ortadan kalkmasının rolü büyüktür. Birçok millet ve devlet, ahlak ilkeleri başta olmak üzere dinin empoze ettiği bazı prensipleri terk ettikleri için tarih sahnesinden çabucak silinip gitmişlerdir.

[B]Yafes'in soyu[/B]

Milletler tarihine baktığımız zaman dünyada en önde gelen dindar milletlerden birinin Türkler olduğunu görürüz. Türklerin siyasi bir varlık olarak tarih sahnesine çıkışları M.Ö. 2000'li yıllara kadar geri gitmektedir. Siyasi bir güç olarak ortaya çıkmadan önce de Türkler'in toplum olarak bir süre daha yaşadığını kabul edersek, Türk tarihinin 4000 yıldan daha uzun bir geçmişe sahip olduğunu görürüz. Çeşitli soy kütüğü kitaplarından alınan bilgilere göre Türkler, Nûh (A.S.)'un Yafes ismindeki oğlundan türemişlerdir Dört bin yıldan daha uzun olan tarihi içinde Türkler'in şu veya bu şekilde mutlaka bir dine sahip oldukları ve hi çbir zaman dinsiz bir dönem geçirmedikleri bilinmektedir.

Bazı kişiler, Türkler'in Müslüman olmadan önceki dönemlerde tamamen Putperest veya dinsiz olduklarını düşünmekte ve bu dönemin Türk tarihi bakımından hiçbir öneminin olmadığını iddia etmektedirler. Halbuki Türkler, Müslüman olmadan önce Hristiyanlık ve Yahudilik gibi ilahî dinlere girdikleri gibi, tarihlerinin büyük bir döneminde Hz. İbrahim'in tebliğ etmiş olduğu Haniflik dinine benzeyen "Gök Tanrı İnancı"na mensup olmuşlardır. İslâm öncesi Türk dinî tarihinin çok büyük bir kısmını "Gök Tanrı İnancı" ismini verebileceğimiz bu din kaplamaktadır. Batı araştırmacılarının etkisi altında kalan bazı bilim adamlarımızın bu inanca "Şamanizm" ismini vermeleri kat'iyyen doğru değildir. Gök Tanrı İnancı, Şamanizm ile aynı olmadığı gibi, Şamanizm Türkler'den ziyade Moğollar, Tunguzlar vb. kavimlerde görülen ilkel bir büyü sistemidir ve asla bir din hüviyetinde değildir. Şamanizm belki de Putperestlikle bağdaştırılabilir ama, Gök Tanrı İnancı gibi tek Tanrı'ya inanan bir sistem ile bağdaştırılamaz. Şimdiye kadar Türk dinî tarihi hakkında ortaya atılan görüşlerin mutlaka yeniden gözden geçirilmesi gerekir kanaatindeyiz. Bu gereklilik, Şamanizm'in bir Türk dini olup olmaması meselesinde olduğu gibi, Türkler'in İslâmiyet'i kabulü noktasında da söz konusudur. Zira bazı kaynaklar, Türkler'in İslâmiyet'i M.S. X. yüzyılın ortalarında kabul ettiğini ileri sürmektedirler. Halbuki yapılacak çok küçük bir araştırma, muhtelif Türk kabilelerinin bu tarihten çok önceleri İslâmiyet'i kabul etmiş olduğunu ortaya koyar. Mesela Karahanlılar'ın 965 yıllarında İslâmiyet'i kabul etmesinden en az elli yıl önce Kazan çevresinde yaşayan Bulgar Türkleri'nin İslâmiyet'i kabul ettiği ve Bulgar Hakanı Almış Han'ın 920'li yıllarda hacca gittiği k aynaklarda mevcut olduğu gibi; M.S. 732-800 yılları arasında Kafkasya'da mevcut olan Hazar İmparatorluğu'nun resmi dininin İslâmiyet olduğunu ve tarihteki, resmi din olarak İslâmiyet'i kabul eden ilk Türk devletinin Hazar İmparatorluğu olduğunu ifade edenl er mevcuttur. Bizim yapmış olduğumuz araştırmalara göre Bulgarlar'ın ve Hazarlar'ın İslâmiyet'e girmesinden çok önceki dönemlerde, Miladi VII. Yüzyılın ortalarında İslâm ordularının Kafkasya'ya ulaşmasından hemen sonra Türkler'de İslâmlaşma süreci başlamıştır. Özellikle Hazarlar'ın daha önce kabul etmiş oldukları Yahudiliği (siyasi sebeplerle de olsa) terk edip İslâmiyet'i benimsemeleri ve bu dinde takriben 70 yıl kaldıktan sonra M.S. 800'lü yıllarda tekrar Yahudilik'e dönmüş olmaları Türk dinî tarihi bakımından çok enteresan bir hadisedir. Türkler'in hangi tarihten başlayarak ve hangi safhalardan geçerek İslâmiyet'i benimsemiş olduğu araştırılmaya muhtaç bir konu olarak hâlâ önümüzde durmaktadır. Bu görev İslâm tarihçilerine düşmektedir. Dinler tarihçilerinin görevi birinci derecede İslâm öncesi Türk dinî tarihini aydınlatmaktır. Biz bu konuya dinler tarihi perspektifinden yaklaşırken, İslâmiyet'in zuhur ettiği ilk yıllardan itibaren hangi Türk boylarının Müslümanlarla temasa geçtiğini, özellikle Kafkasya'daki İslâmlaşmanın ne zaman meydana geldiğinin Türk tarihçileri ve İslâm tarihçileri tarafından ana kaynaklara inilerek çok ciddi bir şekilde araştırılmasının gereli olduğuna işaret ediyoruz.

[B]Ancak bir saplantı![/B]

Biraz önce belirttiğimiz üzere İslâm öncesi dönemlerdeki Türkler'in dinî inançları konusunda bugüne kadar pek çok şey söylenmiştir. Bazı kişiler batılı araştırmacıların empozeleri sonucunda "Türkler'in milli dini Şamanizmdir" demek sureti ile bir yandan, hem bir din hüviyetinde olmayan, aksine bir büyü ve sihir sistemi olan Şamanlığı din gibi gösterme, hem de Türkler'den kat be kat fazla olarak Moğollar'da, Tunguzlar'da vb. diğer kavimlerde görülen fakat Türkler'de çok az görülen bu sihir ve büyü sistemini sadece Türkler'e ait milli bir din gibi göste rme yanlışına saplanmışlardır. Maalesef bu yanlış tezi kesin bir delil kabul eden bazı insanlar, "Bizim milli dinimiz Şamanizm'dir. İslâmiyet Araplar'ın milli dinidir. İslâmiyet bizi ilgilendirmez, biz milli dinimiz olan Şamanizm'e geri dönelim" diyerek İslâm'a karşı tavır almışlardır. Bir taraftan bu iddiayı ileri sürenler zihinleri bulandırırken, öbür taraftan diğer bazı kişiler ortaya çıkarak; "Türkler İslâmiyet'i X. yüzyıldan itibaren kabul etmeye başladıklarına göre, Türkler'in bundan önceki tarihleri küfür dönemidir, bu dönemin bizimle hiçbir ilgisi yoktur, dolayısıyla Türk tarihi bin yıllık bir tarihtir, bu tarihten önceki devirler bizi ilgilendirmez" demek sureti ile Türk tarihinin en az üç bin yıllık kısmını inkar etmektedirler. Bu iki iddiayı da ile ri sürenlerin iddiaları yukardaki yanlış nazariyeye, hatta faraziyeye dayanmakta olduğundan, iki tarafın söyledikleri tamamen hilafı hakikattir. Türk dini tarihini incelediğimiz zaman yukarıdaki iddiaların gerçekle hiçbir ilgisinin bulunmadığını, Türkler'de tarihin hiçbir döneminde "Şamanizm"adı ile bilinen bir dinin mevcut olmadığını, ancak bazı Türk boylarında "Kam" veya "Şaman" adı verilen kişilerin var olduğunu, bunların ruh çağırma, ruhlarla temas kurma, sihir ve büyücülük gibi şeylerle meşgul olan cahil kişiler olduğunu açıkça görürüz. Bugün yapılan alan çalışmaları neticesinde bazı Türk devlet ve topluluklarındaki Hristiyan Türkler arasında kendilerine Kam veya Şaman denen Hristiyan büyücülerin bulunması, hatta Müslümanlar arasında dahi kendisini Müslüman olarak kabul eden büyücü, sihirbaz Kam ve Şamanların bulunması, Şamanizm'in bir din olmadığını ve din bağlamında Türkler'le hiçbir ilgisinin bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

[B]Gülünç bir inkâr [/B]

Bize göre hak dinler İslâmiyet'ten çok önceleri vardır ve İslâmiyet kendinden önce gelip geçen bütün hak dinleri tasdik eder, onları asla inkar etmez. İslâm'dan önce İsrail oğullarında Yahudilik, Yunanlılar başta olmak üzere batılı milletlerin büyük bir kısmında Hristiyanlık, Araplar'da Haniflik hak din ol arak mevcuttu. İslâm bunları asla inkar etmemektedir. Aynı şekilde diğer kavimlere de Kur'an-ı Kerim'de adı geçmeyen bazı peygamberler gelmiş ve onlara hak din tebliğ edilmiş olmalıdır. Türkler'de görülen ve Hz. İbrahim'in tebliğ ettiği "Haniflik" inancınabenzeyen "Gök Tanrı İnancı" belki de bu şekilde Türkler'e ulaşmış bir dindir. Dolayısı ile İslâm öncesi Türk tarihinin İslâm mesned gösterilerek inkarı asla mümkün değildir. Hele hele Şamanizm gibi bir faraziyeye dayanarak Türk tarihinin üç bin yılı aşkınbir bölümünü inkar etmeye çalışmak gülünçtür.

İslâm öncesi dönemde Türkler'de görülen en yaygın dinin, Gök Tanrı İnancı olduğunu açıkladıktan sonra Türkler'de zaman zaman diğer bazı muharref veya batıl dinlerin de tezahür ettiğini, ancak bunların İslâmiyet ve Gök Tanrı İnancı kadar geniş bir süreyi asla kapsamadığını belirtmek gerekir. Yapılan dikkatli araştırmalar sonunda İslâm öncesi Türk tarihinde ortaya çıkan belli başlı dinler şu şekilde sıralanabilir;

-Gök Tanrı (Yüce Tanrı) İnancı

-Maniheizm

-Budizm

-Hristiyanlık

-Yahudilik

-Putperestlik (Animizm, Naturizm ve Totemizm'in karışması ile ortaya çıkan bir tezahür)

Saydığımız bu inançların dışında çok az nisbette İran, Hint, Çin vb. milletlerde görülen bazı dinlerin de Türkler'de taraftar bulduğu ileri sürülebilir, ancak bu dinler kayda değer yoğunlukta taraftar bulamadıklarından bunların zikredilmesine gerek duyulmamıştır.

[B]Şamanizm uydurması[/B]

Bazı batılı tarihçilerin iddialarının aksine İslâm öncesi dönemde Türkler'de bilinen en yaygın inanç Şamanizm değil, Gök Tanrı İnancıdır. İslâm öncesi dönemlerde bazı Türk kabilelerinde görülen "Kam" ve "Şaman"lara bakılarak onların adına uygun bir din icat etmek ve Şamanizm adı ile bir din ortaya koymaya çalışmak fevkelade yanlıştır. İşin daha tuhaf yanı Kam kelimesi T ürkçe, Şaman kelimesi ise Tunguz'ca olduğu halde ve Türkler'de daha çok Kam kelimesi kullanıldığı halde Kam kelimesine uygun olarak "Kamizm" diye bir din icad edilmemişken, daha çok Türk kökenli olmayan kabilelerde kullanılan ve Türkçe olmayan Şaman kelime sine dayalı olarak Şamanizm adının uydurulmuş olmasıdır.

Dinler tarihi disiplinine uygun olarak bir milletin veya topluluğun dinî tarihi araştırılırken yapılması gerekli olan ilk şey, üzerinde araştırma yapılan topluluğun veya milletin, önce kendi bırakmış olduğu materyallerin ve belgelerin incelenmesidir. Bunlar, ya bir anıt veya mezar kitabesi olabilir veya doğrudan doğruya yazılı bir eser olabilir. Konuyu araştırmaya önce bu noktadan başlamak gerekir, eğer bu tür malzeme varsa önce bunlar değerlendirilmelidir, eğer bu tür malzeme yoksa veya var olan belgelerden yeterli bilgi alınamıyorsa, bu topluma ait arkeolojik kazılardan elde edilen diğer materyallere bakılmalıdır. Mesela, mezarlardan çıkan aletler, heykeller, mağara içlerine çizilmiş olan resim ve benzeri şeyler o toplumun ve milletin dinî tarihinin aydınlatılmasında yardımcı olurlar. Arkeolojik malzemenin de değerlendirilmesinden yeterli sonucun alınamaması halinde o millete ait destanlardan ve diğer rivayetlerden faydalanılmalıdır. Dinî tarihin araştırılmasında bir millete ait olan yazılı ve sözlü materyallerle birlikte, o milleti tanıyan, bilen başka milletlere ait yazılı belgelerden, mesela seyahatnamelerden, tarih ve coğrafya kitaplarındaki bilgilerden faydalanılmalıdır. Türkler'in dinî tarihini i ncelediğini söyleyen batılı veya Türk araştırmacıların büyük bir çoğunluğu maalesef incelemelerini Türkler'e ait yazılı veya sözlü belgelere dayandırmadan, bir çoğu hayalî olan bazı faraziyelerden yola çıkarak yürütmektedirler. Başta Orhun Abideleri olmaküzere İslâm öncesi döneme ait Türkler'den kalma yazıtların hemen hemen hepsinde, "Tanrı" kelimesi geçmekte ve Tanrı'nın sıfatları açık açık anlatılmaktadır. Buna karşılık bu yazılı belgelerde Şamanizm adı ile anılan bir dinden kesinlikle bahsedilmemekte, hatta buna işaret dahi edilmemektedir. Aksine bu yazıtlarda Tanrı'nın varlığı, birliği ve diğer sıfatları geniş bir şekilde anlatılmakta, dolayısıyla bu inancın ilâhî menşeli olabileceğini gösteren işaretlere rastlanmaktadır.

[B]Mani etkisi[/B]

İslâm öncesi dönemlerden kalma Türkler'e ait abide ve mezar kitabelerinde resim, heykel vb. putperest unsurlara çok sık rastlanmamaktadır. Bu durum Türkler'in tarihlerinin uzun bir döneminde tevhid inancına bağlı kaldıklarına işaret sayılabilir. Daha çok Uygurlar'da ve Göktürkler'de görülen resim ve heykel gibi sanat eserleri, bu Türk boylarının kısa bir süre için kabul etmiş oldukları Budizm ve Maniheizm'in etkisi ile yapılmış olmalıdır. Bazı araştırmacılar, İslâm öncesi dönemlerde Türkler'de resim ve heykelin çok görülmemesini onların göçebe bir hayat yaşamalarına bağlamak istemektedirler. Türkler'in o dönemlerde çoğunlukla göçebe hayatı yaşamış olmaları, yerleşik hayata geçmemiş olmaları resim ve heykelin yapılmamasında bir miktar etkili olmuş olabilir, ama bu tek etken, hatta birinci derecede etken sayılmamalıdır. Zira, başta Araplar olmak üzere tarihte uzun süre göçebe hayatı yaşadığı halde bol miktarda resim ve heykel bırakan pek çok millet vardır. Aslında Uygur ve Göktürkler'de görülen bu resim ve heykellerin put unsuru olarak değil de, daha ziyade birer sanat eseri olarak yapılmış olduklarını kabul etmeliyiz. Çünkü onların bir süre kabul etmiş oldukları Maniheizm'in kurucusu Mani, kendisi büyük bir ressam olduğu gibi, bu dinde resim yapmaya büyük bir önem verilmiştir.

[B]Yüce Tanrı inancı[/B]

Türkler'in İslâm öncesi döneme ait yazılı materyallerinin incelenmesi neticesinde onların Tanrı (Tengri) adını verdikleri bir yaratıcıya inandıkları açıkça görülür. Türklerden kalma yazılı belgelerde Tanrı'ya atfedilen belli başlı sıfatlar şunlardır:

- Tanrı sonsuz bir hayata sahiptir, o ezelî ve ebedîdir.

- Tanrı her şeyi yaratır, yaşatır ve öldürür.

- Tanrı üstün bir kudrete sahiptir, o her şeye kadirdir.

- Tanrı insana güç kuvvet ve zafer verir, kainatı yönetir, o insanların kaderine hakimdir.

- Tanrı irade ve kelam sahibidir.

- Tanrı her şeyi bilir, insana bilgiyi veren odur.

- Tanrı esirgeyici ve koruyucudur, o kulun duasını kabul edicidir.

- İnsan Tanrı'nın kuludur, onun buyruğu altındadır, onun emir ve yasaklarına uymakla yükümlüdür.

Görüldüğü gibi yukarda sayılan Tanrı'ya ait sıfatlar, bütün ilâhî dinlerde mevcut olan Kâdir-i Mutlak, Yüce Bir Yaratıcı inancına uygunluk arzetmektedir. Böyle olunca Türkler'den kalma en sağlam materyallere göre Türkler'in eski dininin tevhid dini olduğunu söylememiz gerekmektedir. Bu tek ve sonsuz kudret sahibi Tanrı inancına bir isim vermek gerekirse buna, "Gök Tanrı İnancı" veya "Yüce Tanrı İnancı" adını vermek en uygun olanıdır.

Anıtlardaki yazıların incelenmesinde zaman zaman Tanrı'nın gökte oturduğu şeklinde ifadelere de rastlanılmaktadır. İlâhî dinlerin kutsal metinlerinde benzer ifadelere rastlamak mümkündür. Mesela Kur'an-ı Kerim'de "Allah arşın üzerinde istiva etti" mealinde bir ayet vardır. Bazı İslâm âlimleri bu ayeti müteşabih kabul edip, istiva etmenin manasının tam olarak bilinemediğini söylemektedirler. Onlara göre "İstiva etmek" oturmak mânasına gelmemektedir. Bazı tefsirciler ise, istiva'nın ihata etmek mânasına geldiğini, dolayısıyla bu vb. ayetlere dayanarak İslâm'a göre Allah'a mekan isnad etmenin mümkün olmadığını söylemektedirler. Eski Türk yazılı belgelerinde geçen "Gökte oturan Tanrı" ifadesinin o dönemde Türkler tarafından te'vil edilip edilmediğini bilemiyoruz. Ancak eski Türklerde "gök" kelimesi, bir yandan gök kubbe ve mavi gibi mânalar ifade ederken, öbür yandan aynı kelimenin yüce, kutsal, mübarek ve mukaddes gibi anlamlar da ifade ettiğini biliyoruz. Dolayısı ile Gök Tanrı denilince illa gökte oturan Tanrı anlamı yerine, Yüce Tanrı anlamını çıkarabiliriz

[B]Tengri ne demek?[/B]

Eski Türkçe'de Tanrı kelimesi, yaratıcı, yoktan var edici mânasına gelmekte olup, başlangıçta "Tengri" şeklinde kullanılıyordu. Bazı kimselerin iddia ettiği gibi Tanrı, "Tan Yeri" ifadesinin kısaltılmış şekli değildir. Eskiden yaratıcı mânasına gelen Tengri kelimesi kullanılırken, zamanla kelime kısmî değişikliğe uğrayarak Tanrı şekline dönmüş ve böyle kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Tanrı, yaratıcı anlamına gelmektedir ve Arapça karşılığı "İlâh" kelimesidir. İlâh kelimesi ile Allah kelimesi ne kadar birbirlerinden farklı mânalara geliyorlarsa, Tanrı kelimesi ile Allah kelimesi de o nisbette birbirlerinden farklı anlamlara gelmektedirler. Günümüz Türkçesinde Allah için rahatlıkla sıfat olarak yaratıcı kelimesi kullanılabildiği, hatta Arapça'da hâlık ve İlâhkelimelerinin, Farsça'da Huda kelimesinin de Allah'ın sıfatları olarak kullanılabilmesi gibi, Tanrı kelimesi de eski Türkçe'de yaratıcı mânasına geldiğine göre rahatlıkla Allah'ın bir sıfatı olarak kullanılabilir. Ancak zat ismi olarak sadece Allah lafzı kullanılabilir, onun yerine Arapça İlâh, Farsça Huda ve Türkçe Tanrı kelimelerinden hiçbiri kullanılamaz. Bilhassa ibadet esnasında Allah ismi yerine Tanrı veya Huda gibi kelimelerin kullanılması mümkün değildir. İbadetin, Allah ve Resulünden gelen lafızlar la, orijinal metinlerle yapılmasının gerekli olduğunu; ayet ve dua olarak okunan hadislerin, Türkçe meallerinin okunmasının doğru olmayacağını söyleyebildiğimiz gibi, yine bu ayet ve duaların farklı Arapça tefsirlerinin de okunmasının mümkün olmadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Mesela Namaz surelerinde geçen Allah yerine İlâh ve benzeri kelimeler de kullanılamaz.

[B]Kimse bilmez nicesin [/B]

Eski Türk dini, Gök Tanrı İnancı'nda Tanrı'nın, İslâmiyet'teki tek yaratıcı kavramı gibi düşünüldüğü yazılı belgelerin incelenmesi sonucunda açıkça ortaya çıkmıştır. Eski Türk yazılı belgelerinde Tanrı; "Tengri Teg Tengri"dir, yani Tanrı sadece kendine benzemekte, başka hiçbir şey ona benzememektedir. Dolayısıyla Gök Tanrı İnancı'ndaki Tengri Teg Tengri, İslâmiyet'teki "Vaci bu'l-Vücûd", yani kendi zatı ile kaim, yaratıcı inancı ile yakın, hatta aynı anlama gelmektedir. Türkler'e ait eski belgelerde Tanrı'nın birliği açık şekilde belirtilmektedir. Eski Türkler'e göre gökte bir Tanrı, bir güneş, yerde ise tek bir hakan olmalıdır. Eski Türkler'e göre yer yüzünü tek bir hakan ve bütün kâinatı ise tek bir Tanrı yönetmelidir. Deli Dumrul'un, "Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin, Yüce Tanrı" alkışı, Türkler'de Tanrı'nın nasıl anlaşıldığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Türkler'den kalma yazılı belgelerin dışında İbn Fadlan gibi bazı Arap seyyahların ifadelerinden, Gök Tanrı İnancı'nın en bozulmuş olduğu dönemlerde bile Türkler'de yaratıcı tek bir ilâh kavramının var olduğu açıkça görülmektedir. İbn Fadlan Türk topraklarına yapmış olduğu seyahat esnasında gördüğü şeyler arasında özellikle şunu kaydediyor: "Türklerden herhangi bir kimse bir zulme uğrar veya sevmediği bir şey görürse başını göğe kaldırıp 'Bir Tengri' der. Bu Türkçe'de 'Bir Allah' demektir. Zira Türkçe'de 'bir' vahid, 'Tengri'de Allah mânasına gelmektedir." Bu hususu ispat babında daha başka deliller de sunmak mümkündür.

Yukarıdaki gösterilen delil ve belgelerden, Türkler'in Gök Tanrı İnancı'nın, tevhid esasına dayanan ve ilâhî bir menşe'den kaynaklanan bir din olduğunu anlamış bulunuyoruz. Ancak Türkler'in bu inancı hangi kaynaktan almış olduklarını tesbit etmek biraz zordur. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah (C.C.), "Biz kendilerine peygamber göndermedikçe hiçbir kavme zulmetmeyiz" buyurmaktadır. Bu ayetten açıkça anlaşıldığına göre Yüce Allah, her kavme bir peygamber göndermiş, dolayısıyla Türkler'e de içlerinden bir peygamber göndermiş ve Türkler bu peygamber aracılığı ile tevhid inancını benimsemiş olabilirler. Yine Kur'an-ı Kerim'de "Biz peygamberlerin bir kısmın ı size anlattık, diğer bir kısmını ise anlatmadık" buyurulduğuna göre, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçmeyen bir peygamber Türkler'e gelerek tevhid inancını onlara tebliğ etmiş olabilir.

[B]Hanif idiler[/B]

Bir çok tarihçi Türkler'de görülen Gök Tanrı İnancı'nın Hz. İbrahim'in tebliğ ettiği "Haniflik" inancına çok benzediğini ifade etmekte, hatta bazıları bu inancın Haniflik inancı ile ayni olduğunu söylemektedirler. Eski Türk dini üzerinde kiymetli çalışmalar yapan İsmail Hami Danişmend'in bu konuda yapmış olduğu araştırmalardan sonra Türkiye'de uzun süre bu konu üzerinde durulmamış, aksine, bir süre sonra, İslâm öncesi Türkler'in dinlerinin Şamanizm olduğuna dair bir teori ortaya atılarak bu faraziyenin ispatı için gayret gösterilmeye başlanmıştır. Başta Abdülkadir In an olmak üzere bazı araştırmacılar, İslâm öncesi dönemlerde Türkler'in Totemist, Animist, Şamanist veya Putperest olduklarına dair görüşler ileri sürmüşlerdir. 1960'lı yıllardan itibaren Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Gök Tanrı İnancı'nı gündeme getirerek Şamanizm teorisinin bir faraziyeden ibaret olduğunu ortaya koymuştur. Hikmet Tanyu'nun bu değerli araştırmalarından sonra, daha önce Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Orta Öğretim Kurumları için hazırlatılan ders kitaplarında yer alan Şamanizm teorisi yavaş yavaşterkedilmeye başlanmış, 1980'li yıllardan itibaren hazırlanan ders kitaplarında, İslâm öncesi dönemde Türkler'in esas dininin Şamanizm olmadığı, aksine Gök Tanrı İnancı olduğu ifade edilmiştir.

Tevhid inancı Türklere Yüce Allah tarafından gönderilen bir Türk peygamber tarafından ulaştırılmış olabileceği gibi, İbrahim(A.S.)'in çocukları veya Zülkarneyn tarafından da ulaştırılmış olabilir. İslâm tarihçisi İbn Saad, bu hususta bize ışık tutacak şu bilgileri vermektedir: "İbrahim (A.S.)'in 13 oğlu vardı. Bunlardan İsmail 'i Hicaz'a, İshak'ı Filistin'e yerleştirdi; geri kalan çocuklarından bir kısmını batıya ve vahşilere göndermişti. Vahşilere gönderilen çocuklar bunun üzerine babalarına 'ey babamız! İsmail ile İshak'ı kendi yanında bırakıp bizi yanından mı uzak laştırıyorsun' diye sormuşlar, Hz. İbrahim onlara 'evet size emrettiğim yerlere gitmenizi istiyorum' diyerek onlara Allah'ın isimlerinden bir isim (ism-i a'zam) öğretmişti. Bu çocuklardan bazıları Horasan'a gelmişler ve oraya yerleşerek babalarından öğrendi kleri duayı oranın halkına öğretmişlerdi. Hatta Hazarların meliki de bu çocukların yanına gelmiş ve onlar bu melike Hakan adını vermişlerdi". İbn Saad'ın vermiş olduğu bu bilgiden, Hz. İbrahim'in, tevhid inancını sadece Araplar'a ve İbraniler'e değil, İsmail ve İshak'ın dışındaki oğulları vasıtası ile Türkler'e, İranlılar'a vb. diğer milletlere ulaştırmış olduğunu anlıyoruz. Ünlü Dinler Tarihçisi ve Kelamcısı Şehristanî de bu hususu teyid eder mahiyette bize şu bilgiyi veriyor: "Efendimiz hariç, Hz. İbrahim'den sonra onun daveti gibi yaygın ve güçlü hiçbir peygamberin daveti vaki olmamıştır. Daha sonra ortaya çıkan peygamberlerin hiçbirisi dinlerini yaymada onun derecesine ulaşamamıştır. Çünkü onun döneminde bütün Acem melikleri ve onların ülkelerinde yaşayan insanların hepsi Hz. İbrahim'in inancı Haniflik üzerine idiler". Arap dilinde, önceleri (Şehristanî'nin bu eseri kaleme aldığı tarih de dahil olmak üzere) Arap olmayan herkese Acem denilirdi. Böyle olunca onun bu ifadesinden, Hz. İbrahim döneminde yaşamış olan devlet başkanlarının hepsinin halkları ile beraber tevhid inancını benimsemiş olduğu, dolayısıyla Türk hakanlarının da halkları ile beraber Hz. İbrahim'in dinine girmiş oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Osmanlılar'la birlikte Acem sözünden, sadece İranlılar anlaşılmaya başlanmıştır. Şehristanî'nin Acem tabiri ile İranlılar kastedilse bile o dönemde İranlılar'la Türkler'in aynı coğrafyada iç içe yaşadığını bildiğimize göre, İranlılar'a ulaşan tevhid inancı onlar vasıtası ile Türkistan'a ve Türklere de ulaşmış olabilir.

[B]Ye'cüc Me'cüc[/B]

Hz. İbrahim'in tevhid esasına dayanan Haniflik inancının Türkler'e, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen Zülkarneyn vasıtası ile de ulaşmış olması mümkündür. Çünkü bir çok tefsir kaynağında, Zülkarneyn'in, seferleri sırasında Türkler'e uğradığı ve onlara Allah'ın birliğine iman etmeleri mukabilinde yardım ettiği zikredilmektedir. Bazı müfessirler Türk düşmanlığı yaparak, Türklerin Ye'cüc ve Me'cüc olduğunu iddia ederken, bu iddiayı ileri süren bazı müfessirler dahi Zülkarneyn'in sed di inşa ederek yardım etmiş olduğu kavmin Türkler olduğunu itiraf etmektedirler.

Tefsir kaynaklarında Ye'cüc - Me'cüc ve Türkler'le ilgili olarak yer alan şu hususları açıklamakta fayda vardır.

- Müfessirlerin kahir ekseriyeti Ye'cüc-Me'cüc'ün Türklerin dışında başka bir kavim olduğunu söylerken, birkaç tefsirci Ye'cüc-Me'cüc'ün Türkler olduğunu iddia etmişlerdir.

-Tefsircilerin büyük çoğunluğu, Ye'cüc ve Me'cüc'e karşı Zülkarneyn'den isteyen ve iman etmeleri mukabilinde Zülkarneyn'in kendilerine yardım ettiği kavmin Türk kavmi olduğunu haber vermişlerdir.

- Türkler'i Ye'cüc ve Me'cüc olarak göstermeye çalışan müfessirlerin bir kısmı dahi, Zülkarneyn'in yardım etmiş olduğu kavmin Türkler olduğunu itiraf etmişlerdir

- Zülkarneyn'in yardım etmiş olduğu kavmin hangi kavim olduğu sorusuna müfessirlerin verebildiği tek cevap o kavmin Türkler olduğu şeklindedir. İman etmeleri mukabilinde Zülkarneyn'in kendilerine yardım ederek sed inşa ettiği kavmin Türk kavmi dışında başka bir kavim olduğunu söyleyen hemen hemen hiçbir müfessir yoktur. Bazı müfessirler, 'bu kavim, Türk kavmidir' demiyorlarsa da başka bir kavim adı da veremiyorlar, 'bu kavmin hangi kavim olduğunu biz bilemiyoruz, doğrusunu Allah bilir' diyorlar.

[B]Zülkarneyn gerçeği [/B]

İbn Kesir, Zülkarneyn'in İbrahim (A.S.) zamanında yaşadığını, onun davetine icabet ederek Haniflik dinine girdiğini, Kâbe'nin inşası sırasında ona yardım ettiğini belirttikten sonra, onun aslen Himyer krallarından biri olduğunu, Hz. İbrahim'e tabi olduktan sonra onun ordularının başkomutan ı sıfatı ile doğunun ve batının en uzak yerlerine seferler yaptığını haber veriyor.

Işte ilâhî bütün dinlerde mevcut bir yaratıcı inancına sahip olan Zülkarneyn, doğuya yapmış olduğu seferleri sırasında Türkler'le temasa geçmiş ve onlara Hz. İbrahim'in tebliğe memur olduğu Haniflik inancını öğretmiş olabilir. İbn Kesir'in yukardaki rivayetini kabul edip Zülkarneyn'i Hz. İbrahim'in yardımcısı ve ordularının baş komutanı olarak değerlendirdiğimiz zaman, onun doğuya yapmış olduğu seferleri sırasında Türkler'le temasa geçerek, Hz. İbrahim'in inancının esasını teşkil eden bir yaratıcı (tevhid inancı) fikrini onlara aktardığını rahatlıkla düşünebiliriz.

Bir kısım araştırmacılar, Türkler'in hemen hemen hepsinin çok kısa bir zaman içinde İslâmiyet'i kabul etmesini, onların İslâm öncesindeki dinlerinin İslâm dinine çok yakın olmasına bağlamaktadırlar. Süryani tarihçisi Mikail, yazmış olduğu eserinde bu noktayı açıkça belirtmekte ve Türklerin eskiden monoteist bir inanca sahip olmaları yüzünden, monoteist karakterli ol an İslâmiyeti kolayca kabul ettiklerini ifade etmektedir. Günümüzde dünyada kendini Türk kabul eden ve Türkçe konuşan insanlardan Müslüman olmayanların toplam sayısı iki milyonu aşmamaktadır. Diğer İslâm milletlerinde durum böyle değildir. Söz gelimi Arapdüyasına baktığımız zaman Lübnan'ın nüfusunun yarısının Hristiyan Arap olduğunu, Mısır'da sekiz milyon Hristiyan Arab'ın mevcut olduğunu, Irak, Suriye,Filistin vb. diğer Arap ülkelerinde sayıları milyonları aşan Hristiyan Arap topluluklarının mevcut olduğunu görürüz.

[B]Saha Türkleri gibi...[/B]

İslâm'ın gelmesinden hemen önceki dönemde Türkler'de görülen Gök Tanrı İnancı'nın hiç tahrifata uğramamış bir hak din olduğunu söylememiz mümkün değildir. Araplar'da aynı dönemde Hz. İbrahim'in tebliğ etmiş olduğu tevhid inancından sapılarak nasıl Müşriklik ortaya çıkmış ise, Türkler'de de aynı durum vaki olmuş ve Putperestliğin değişik tezahürleri (Totemizm, Animizm, Naturizm vb.) bir kısım Türkler tarafından benimsenmiştir. İslâm'ın zuhurundan hemen önceki döneme rastlaya n bu tabloyu bütün Türk tarihine yayarak bir genelleme yapmak fevkalade yanlış olur kanaatindeyiz.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, İslâm öncesi dönemde Türkler'in dinî inancı, yaygın olarak Gök Tanrı, Yüce Tanrı İnancı'dır; bu inanç ilâhî bir din karakteri taşımaktadır. Bu inanç Türkler'e, ya Yüce Allah tarafından gönderilen, fakat ismini bilmediğimiz bir peygamber tarafından tebliğ edilmiştir, yahut Hz. İbrahim'in oğulları veya ordu komutanı Zülkarneyn tarafından ulaştırılmıştır. Bizde hakim olan kanaat,bu inancın, Hz. İbrahim'in Haniflik inancının uzantısı olduğu şeklindedir.

Başlangıçtan itibaren aktarılan bu noktalar göz önünde bulundurulduğu zaman Türkler'in İslâm öncesi döneme ait bütün tarihini küfür dönemi saymak, dolayısı ile bu tarihi kökten silip atmak mümkün değildir. Araplar'da İslâm öncesi dönemde gelmiş olan Hz. İbrahim ve İsmail 'in dönemlerini reddetmek nasıl imkânsız ise, Türklerde de bu veya benzeri peygamberlerin getirmiş oldukları dinlere tabi olunan dönemleri reddetmek yanlış olur. Türk milleti olarak bin yıllık Türk-İslâm dönemimizle övünebileceğimiz gibi, ondan önceki doğru inanca bağlı olduğumuz dönemlerimizle de övünebiliriz. Ancak, İslâm öncesi dönemin de, İslâm sonrası dönemin de yanlışları ve hatalarıyla değil, doğruları ve güzellikleriyle övünmeliyiz.

Günümüzde Türk dünyasında Gök Tanrı İnancının bozulmuş şekli olan ve batılı araştırmacıların ısrarla Şamanizm ismini vermek istediği inanca mensup bazı Türk toplulukları vardır. Bunların toplam sayıları 60-70 bin cıvarındadır. Yakutistan'da yaşayan Saha Türkleri'nden 60 bin kadarının bu inanca mensup olduklarını biliyoruz.

[B]Bir nevi Ruhçuluk[/B]

Daha önce de belirttiğimiz gibi eski Türkler'de Şamanizm adı ile bilinen bir din yoktu, ancak"Kam"lar ve"Şaman"lar vardı. Eski Türk yazıtlarında bu isimlere, çok sık olmamakla beraber tesadüf edilmektedir. Ancak bu metinlere göre Kam veya Şaman'lar din adamı hüviyetinde değildiler, onlar sadece halkın tedavi işi ile uğraşan, sihir ve büyü gibi şeyler yapan cahil kişilerdi. Bir toplumda bir kişinindin adamı olabilmesi için o kişinin en azından ayin yönetmesi, icra ettiği ayine halktan iştirakin olması gerekir. Kam veya Şamanlar, ayin mahiyetinde hiçbir şey yapmamışlardır. Onlar sadece gelecekten haber vermek için anlamlı anlamsız bir sürü söz söyler, bu esnada vecde gelerek çeşitli tuhaf hareketler yapar, sonunda kendilerinden geçerek sözüm ona ruhlarla temasa geçip, gelecek ile ilgili kehanette bulunurlardı. Bu olay, bir yanı Animizm'e, yani Ruhçuluğa benzemektedir. Dolayısıyla buna Şamanizm yerineAnimizm demek daha uygundur. Ayrıca, yapılan bir şeyin dinî ayin olabilmesi için okunan ve değişmeyen kutsal bir metninin bulunması gerekir. Kam veya Şamanlar'ın ellerinde böylesine ortak bir metin hiç olmadığı gibi, bir Kam veya Şaman'ın kehanete başlarke n söylediği sözlerle diğer Kam veya Şamanlar'ın söyledikleri birbirinden tamamı ile farklıdır; hatta aynı Şaman'ın sözüm ona bir ayin esnasında söylediği sözlerle diğer ayinlerde söylediği sözler de birbirinden farklıdır. Yani her Şaman, ayrı ayrı şeylerisöylediği gibi, aynı Şaman, değişik zamanlarda gene farklı şeyler söyler. Halkın huzurunda her seferinde farklı farklı anlamlı, anlamsız şeyler söyleyen Kam veya Şaman'ı, insanlar sadece seyreder ve dinler. Böyle bir tablodan nasıl bir din çıkarılıyor?

Anlamak mümkün değildir.

[B]Tertibe bak!..[/B]

Burada yeri gelmişken bir noktayı daha belirtmek uygun olacaktır. Sovyetlerin dağılmasından sonra bazı batılı kuruluşlar, bir kısım Türk topluluklarına giderek oralarda Şamanlar aradılar, ama yetmiş yıllık komünizm Şaman maman hiçbir şey bırakmadığından aradıklarını bulamadılar. Bunun üzerine onlar, Radlof vb. araştırmacıların eserlerinden istifade ederek Şaman kıyafetleri hazırladılar ve hiçbir şeyden haberi olmayan bazı kişilere özel Şaman eğitimi vererek onlara Şaman ayinlerini öğrettiler. Sonra da özel kıyafetleri giydirerek sözüm ona ayinler yaptırdılar. Batılılar tarafından yeniden Şamanlık öğretilen bu zavallı insanlardan bir kısmının Türkiye'ye getirilip özel Şaman merasimleri düzenlendiğini, hatta bazı üniversit elerde bu sahte ve sun'i Şamanlar'a ayin tertip ettirildiğini biliyoruz. Bizim merakımızı mucip olan şey, taa Yakutistan'lara kadar gidip adam bulmaya ne lüzum var? Bu ayinleri onlara öğretenler, ayinleri kendileri yapsalar daha iyi olmaz mı? Ama illa bu m erasimleri onlara yaptıracaklar ki Şamanlık Türklerin dini olarak görülsün.

Bu hususta son sözü "Müslümanlık Türklere uygun bir din değildir, Türklerin milli dini Şamanizmdir. Türk milleti olarak Şamanlığa dönersek daha rahat kalkınırız" diyenlere söylemek istiyoruz. Aslı esası olmayan, hiçbir dini metni bulunmayan; hareket noktası, ruhlarla temas kurduklarına inanılan yarı meczup zavallı insanların zırvalarına bağlı ilkel bir sistem ile mi Türk milleti kendini bulacaktır? Şamanizm safsatasını Türk milletine yakıştırmak, hele hele Türk milletinin refahı ve yükselmesi için bu zırva sistemi din diye bu millete münasip görmek gizli Türk düşmanlığından başka bir şey değildir.

Şamanizm görüşünü benimseyenlerin ısrarla tekrar ettikleri şey, eski Türk yazıtlarında Şaman kelimesinin geçmiş olmasıdır. Eski Türkler'de Şamanlar'ın var olması onlarda, Şamanizm adı ile bir dinin var olmasını gerektirmez diye daha önce belirtmiştik. Şamanlar, bazı Türk toplumlarında büyücülük ve sihirbazlık yapan kişilerdir. Büyücülük vesihirbazlık hemen hemen her dinî toplumda görülen bir şeydir. Çeşitli dinlerin mensupları arasında büyücü ve sihirbazların var olması, o toplumlarda Büyücülük diye bir dinin var olmasını gerektirmez. Hak dinler, kendilerine arız olan bu sihir ve büyücülükten kurtulmak için tedbirler almışlardır. Bugün nasıl Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında mevcut olan büyücülüğe bakarak bu toplumlarda büyücülük dini vardır denemezse, Türkler arasında görülen büyücü Şamanlar yüzünden Türkler'in Şamanizm ismin de bir dinleri vardır da denemez.

[B]Hiç bir belge yok[/B]

Şamanizm teorisinin Türkiye'de en büyük savunucusu durumunda olan Abdülkadir Inan'ın eserlerini incelediğimiz zaman şu hususu tesbit ediyoruz. Türkler'in İslâm'a girmelerinden hemen önceki dönemde farklı inançlar öylesine birbirine karışmıştır ki, esas itibarı ile birbirine yüzde yüz zıt olması gereken bazı şeyler aynı coğrafyada ve aynı toplumda yan yana görülüyor. Bir yandan tabiat varlıklarına tapma ilkesine dayanan Naturizm inancının izleri, diğer yanda n ruhlara tapma ve ecdada perestij esasına dayanan Animizm inancının bazı prensipleri, öbür yandan ise hayvanların kutsallığı ve onlara perestij ilkesini benimseyen Totemizm inancına ait motifler hep bir arada bulunmaktadır. Böylesine karmaşık bir yapı içinde büyü yapan, kehanetle meşgul olan Şamanlar da yer alınca, bazı araştırmacılar işin detayına inip bu karmaşık yapıyı tam olarak çözmek yerine, işin kolayına kaçmışlar ve ortaya çıkan bu tabloya kestirme yoldan Şamanizm adını vermişlerdir. Israrla belirttiğimiz üzere Türklerden kalma hiçbir yazılı belgede Şamanizm adı ile bir dinden bahsedilmemektedir.

[B]Mecburiyetten (!)[/B]

Aslında Abdülkadir Inan'ın eserlerini incelediğimiz zaman bile tarihte ve günümüzde gerçek anlamda Şamanizm adı ile bir dinin olmadığı sonucunu çıkarabiliriz. Inan, eserlerinden birinde, "Biz eski Türk dini için itibarî olarak Şamanizm adını kullanıyoruz" demekte ve kendisinin de aslında Şamanizm'i gerçek bir din olarak görmediğini, çok karmaşık yapıdaki bu dinî manzara karşısında başka bir isim bulamadığı için itibarî olarak bu ismi kullandığını itiraf etmektedir.

Çeşitli ilkel inanışların karışması ile ortaya çıkan bu dinî kaosta bile Türkler arasında tek bir yaratıcı fikrinin var olduğunu (müşrik Araplar'da olduğu gibi) görebiliyoruz. Ancak onlar, Tanrı adını verdikleri bu yaratıcıya aracı putlar vasıtası ile daha rahat ulaşabildiklerini düşünmüşlerdir. Dolayısıyla, mutlak kudret sahibi tek yaratıcının yanı sıra, ona bağlı ikinci derecede putlar ortaya çıkmıştır. Bazı araştırmacılar, Türklerde görülen bu sisteme "Henoteizm"(sahte tevhid) ismini vermektedir

[B]Toyunizm mi (!)[/B]

Günümüz Türk dünyasında, yukarda belirtmiş olduğumuz yapıdaki inanç sistemine hâlâ bağlı olan çok az sayıda da olsa Türk unsurlar mevcuttur. Çarlık Rusyası coğrafyasında yaşarken, nüfus sayımı sırasında kayıtlara kendilerinin Şamanistler olarak kaydedildiğini gören bu insanlar, duruma itiraz etmişlerdi. Bu insanlar yine zamanın Rus çarına giderek kendi inançlarına Şamanizm isminin verilmesinin doğru olmadığını söylemişlerve kendileri için bu ifadenin kullanılmamasını talep etmişlerdi. Ancak, batılı müsteşrikler ve etnologlar, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Şamanizm ismini reddeden bu toplumu, kendi isteklerinin aksine Şamanist olarak kayıtlara geçirterek bu yanlışdeyimi dünya bilim literatürüne zorla yerleştirmişlerdir.

Şamanizm deyiminin yanlışlığını Türkiye'de ilk fark eden kişi Ziya Gökalp'tir. Ancak o da, bir hatayı düzelteyim derken başka bir hataya düşerek eski Türk dinine "Toyunizm" adını vermiştir. Türkler'de İslâm öncesi dönemde görülen bu inancın adı şüphesiz Şamanizm olamayacağı gibi Toyunizm de olamaz.

Bakınız: (uçak, süt, kalem, kâbe-i muazzama, peygamber, davet, şaban, ırak, iman, dünya, kabile, ahlâk, din, peygamber efendimiz (s.a.v), aşk, allâhü teâlâ, nil, hadis-i şerif, yol, insan, akıl, vasıta, dil, müslüman, sıfat, özel, kelime, ırmak, inci, isim, namaz, küfür, kader, kazâ, rivâyet, nebî, kelâm ilmi, meal, rasûl, resim, acı, gül, şamanist, türk düşmanlığı)

Top