ihya.org

rasûl-i ekremin zevceleri

[SIZE=1][I](677) Rûhu islâm, S. 204.
(678) Asrı Seâdet, C. 2, S. 1010.
(679) Taberî. - Asrı Seâdet, C. 2, S. 1015.
(680) Asrı Seâdet, C. 2, S. 1016.
(681) Hucurât Sûresi: 13.
(682) Ahzâb Sûresi: 37.
(683) Ahzâb Sûresi: 37.
(684) Ahzab Sûresi: 37.
(685) Tanrı Buyruğu, S. 625. - Ruhu İslâm, S. 206.
(686) Asrı Seâdet, C. 2, S. 1027, Peygamberimiz, S. 247.
(687) Ş. Sami Bey merhum da, Kamûsul-a'lâmında (C. 4, S. 2442) şöyle diyor:
- "Volter - Voltaire, Zeydin zevcesi Hazreti Zeynebi, Zâtı Hazreti Risaletin tezevvüc buyurmaları vak'asını, tarihî hâdiselerle taban tabana zıt sırf iftira olarak yazan, bir tiyatro kitabı ortaya koymuştur ki, filozofluğa yakışmıyan bir kitap, papa tarafından iltifat görmüştür."
(688) Asrı Seâdet, C. 2, S. 1031, Zübdetülkısas, C. 1, S. 181.
(689) Asrı Seâdet C. 2, S. 1029.
(690) Zübdetülkısas, C. 1, S. 181, Asrı Seâdet, C. 2, S. 1030.
(691) Peygamberimiz, S. 247.
(692) Asrı Seâdet, C. 2, S. 1019.
(693) Mevlânâ Muhammed Ali, Peygamberimiz, S. 243.
(694) Emir Ali, Ruhu islâm; S. 205.
(695) . , .
Ben ancak, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. Elhadîs.
(696) Peygamberimiz, S. 243.
(697) Asrı Seâdet, C.2, S. 1042.
(698) Mahmud Esad Efendi, Tarihi İslâm S. 27.
(699) Ahzâb Sûresi: 28,29.
(700) - Allahın Peygamberini incitmek, kendinden sonra, zevcelerini almak ebediyyen size caiz değildir. Bu hareketiniz Allah yanında büyük gü-
nahtır. Ahzâb Sûresi: 53'-
(701) Dollinger. - Ruhu İslâm, S.: 196.
(702) Ruhu İslâm, S: 199.
(703) Encyclopedia Üniverselle.-Ruhu İslâm, S. 198.
(704) Allahın Kulu ve Resulü Muhammed, S. 135, Asrı Seâdet, C. 2, S.1036.
(705) Nisa' Sûresi: 3
(706) Nisa' Sûresi: 128.
(707) Ruhu İslâm, S. 202.
(708) Peygamberimiz, S. 248.
(709) Peygamberimiz, S. 237, Asrı Seâdet, C. 2, S. 1036.
(710) Bakara Sûresi: 228.[/I][/FONT]

Bakınız: (peygamber, islâm, ahlâk, din, allâhü teâlâ, hadis-i şerif, dil, inci, peygamber efendimiz (s.a.v), nebî, rasûl)

[B][COLOR=orange][SIZE=6]Taaddüdü Zevcât Meselesi[/FONT][/COLOR][/B]

Her ne zaman, "İslâm dininde evlenme" konusu ortaya konulsa, hemen çoğunluğun hatırına "Birden fazla kadın alma" gelmektedir. Güya, "çok kadınla evlenme" meselesini çıkaran İslâm Dini (!) imiş. Halbuki bu kanaat çok yanlış, bu düşünüş çok hatalıdır. Tarihî hakikate de uygun değildir.

"Taaddüdü zevcât = Polygamie" denilen "birden fazla kadınla evlenme" geleneği eski çağlardan beri gelmektedir ve hemen bütün milletlerde vardır. Doğu milletlerinin hepsinde (Medler, Bâbilliler, Asurlular, İranlılar arasında) bu gelenek pek yaygın bir haldeydi. Hattâ bütün bu milletlerde bir erkeğin alabileceği kadının sayısı belli değildi. Hindistanda Brahmanların yüksek sınıfı, bugün bile, istediği kadar kadın almak hakkına maliktir.

Hazreti Mûsâdan önce, İsrailoğulları arasında "taaddüdü zevcât" âdeti, kayıtsız, şartsız yaşamaktaydı. Hazreti Mûsa bu âdeti, hiç bir suretle sınır-landırmamıştı. Zerdüşt (ateşe tapma) dininde bulunan eski İranlılar, çok kadın almakla kalmıyorlar, 'taaddüdü zevcatı'âdeta teşvik ediyorlardı. Fenikeliler içinde "taaddüdü zevcât" hayvanlık derecesine kadar indirilmişti.

Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde, Asya'nın batısında (Trakyalılarda, Lidya-lılarda, Pelâjlarda) çok kadınla evlenme âdeti vardı. Eski çağ tarihinin en medenîsi ve en kültürlüsü sayılan Atinalılarda kadın: çarşılarda satılır, başkalarına devredilir, zevk âleti sayılırdı. Ayni zamanda kadın, ev işleri için, çocuk doğurmak için lâzımdı. Bir Atinalı istediği kadar kadın alabilirdi.

Eski Yunanlılardan İspartalılarda ise, erkekler için "birden fazla kadın alma" hususu şartlara bağlı olduğu halde kadınlar, hemen her zaman, "birden fazla erkekle" evlenebilirdi: (701). Buna da taddüdü ezvac = birden ziyade zevç" denirdi.

İlk devirlerinde Romalıların, İtalya'da yaşayan "Etrüksler"le temasından sonra, "taaddüdü zevcat" âdeti, Romalılara da girmişti. Hele Roma Cumhuriyetinin son zamanları ile Roma İmparatorluğunun ilk zamanlarında Roma-da "kadınların mübadelesi ve kira ile evlenme" âdeti serbestçe tatbik edilirdi.

Hristiyan kilisesi, din adamlarının rehbaniyette (bekârlıkta) sebat etmelerini şiddetle emrettiği halde, rahipler (papazlar), piskoposlara başvurarak birer ruhsat alır, gayri meşru kadınlarla yaşarlardı: (702).

Avrupa'nın batı kısımlarında da "taaddüdü zevcat" âdeti vardı. Germelerin yüksek sınıflarında 19 uncu asra kadar taaddüdü zevcat âdeti devametmişti: (703) .

Görülüyor ki, Rasûl-i Ekrem Efendimizin yaşadığı, Peygamberik vazifesini ifaya başladığı çağda: yalnız Arablar arasında değil, dünyanın hemen her tarafında "taaddüdü zevcat" âdeti en kötü şekliyle devam ediyordu: (704).

Vakıa, İslâm dini, taaddüdü zevcatı büsbütün kaldırmadı. Fakat sınırını çizdi. "Adalet") esas tutarak fenalığı önledi. Kur'anı Kerim'de:
- "Size halâl olan hoşlandığınız kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet bunların arasında adalet gösterememekten kor-karsanız, o zaman bir tane ile iktifa edin" denmekte: (705), daha sonraki âyetlerde ise:
- "Kadınlar arasında adalet ve müsavat icra etmenize ne kadar hırs gösterseniz, asla gücünüz yetmez." buyurulmaktadır. (706).

Emir Ali der ki:
- "Kur'anı Kerimde: Önce iki, üç, dört kadınla evlenilebileceği bildiriliyor. Fakat, bunların arasında adalet yapılmasından endişe edildiği takdirde, yalnız tek bir kadın alınabileceği ilâve olunuyor. Âyeti Kerîmede ehemmiyetli olan 'adalet' kelimesidir. Bu kelimenin ehemmiyeti, İslâm mütefekkirlerinin gözünden kaçmamıştır. Adalet anlayışı, yalnız ev ihtiyacında müsavat değil, aynı zamanda muhabbette de, hürmette de müsavatı ifade etmektedir. Halbuki, duyguda adaleti gözetmek, eşitliği sağlamak, hemen hemen imkânsız olduğu gibi, Kur'anı Kerimin bahsetmiş olduğu bu müsaade âdeta men derecesinde bir müsamahadır. Bu sebepten Abbasi halifesi Me'mûn zamanında Mu'tezile uleması:
- "Kur'anın tek zevceyi ifade etmekte olduğunu bildirmişlerdi." (707).

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, bütün insanlar için en mükemmel bir örnekti. Elliüç yaşına kadar tek zevceyle yaşamış olması, tabiî şartlar içinde "tek zev-ce"nin esas olduğunu göstermektedir. Ancak, eski Peygamberlerde görüldüğü gibi, "taaddüdü zevcat" âdeti de büsbütün fena bir örnek değildir. Her zaman olmasa bile, bazı hallerde, tabiî olmayan şartlar altında, müracaat edilecek çeşitli çarelerden biri olarak ele alınabilir. Anormal hallerde "taaddüdü zevcat"a müsaade edilmezse, ahlâka hiç uymayan münasebetler meydan alır, kocasız analar, babasız çocuklar çoğalır. Kadınların iffeti sarsılır, şerefi tamamiyle tehlikeye düşer. O zaman, taaddüdü zevcata tek çare olarak başvurulur. Bütün ahlâki kayıtları ayak altına alan gayri meşru münasebetler karşısında "taaddüdüzevcat" bin kere tercihe lâyıktır. Şu halde, taaddüdü zevcat normal hayatta bir kaide değil, anormal hallere karşı alınacak müstesna bir tedbirden ibarettir: (708). Hele bir kısım mütefekkirlere göre de taaddüdü zevcat, haddi zatında fena bir örnek olmadığı gibi, ahlâka aykırı tarafı da yoktur. Eski Peygamberlerin âdeti olması bakımından da, Rasûl-i Ekremin çok kadınla evlenmiş olması da itiraz konusu olamaz: (709).

Bakınız: (peygamber, dünya, ahlâk, din, peygamber efendimiz (s.a.v), aşk, nil, insan, kültür, dil, kelime, nebî, sebat, rasûl, acı, kadın, taaddüdü zevcât)

[SIZE=6][/FONT][B][COLOR=orange]Rasûl-i Ekrem'in Çok Evlenme Sebebleri[/COLOR][/B]

İslâm düşmanları tarafından, Rasûl-i Ekremin yalnız şehvetini (!) tatmin için bir çok kadınla evlenmiş olduğu ileri sürülmekte ve yanlış fikirler ortaya konulmuş bulunmaktadır. Tarihî hakikatler, ilim ışığı altında, tarafsızca, derinden derine incelenecek olursa, bütün bu iddiaların ne kadar yanlış hükümler olduğu, ancak gizli bir kine dayanan bâtıl fikirlerden ibaret bulunduğu meydana çıkmaktadır.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, gençlik hayatının en hararetli bir çağında, Asya'nın en sıcak bölgesi olan Mekke şehrinde yirmibeş yaşına kadar, hemşehrileri arasında iffet ve ismetin, şeref ve namusun en yüksek.bir mümessili olarak tanındı. Halbuki, Arabistan, gibi bir muhitte.erkeklerde tenasül kudreti 13-14 yaşlarında kemale ermiş görülmektedir.

Hz. Muhammed -sallallahu aleyhive sellem- yirmibeş yaşından elli yaşına kadar, kendisinden onbeş yaş büyük, iki kocaya varmış, dul bir kadın olan Hazreti Hadîce ile ömür geçirdi. O zaman kadınlar açık saçık gezerler, süslerini saklamazlardı. Rasûl-i Ekrem, onbeş senesini, Peygamberlikten önce, on senesini de Peygamberlik devrinde olmak üzere, Hazreti Hadîce ile yirmibeş yıl, mesud bir aile hayatı yaşadı. Herkese, faziletli bir aile örneği göstermiş oldu.

Hadîcenin sağlığında, başka bir kadınla evlenmedi. Üçü erkek, dördü kız olarak, Rasûl-i Ekremin yedi çocuğundan altısı, Hadîceden doğmuştu. Bunların ikisi erkek, dördü kız idi. Erkek çocukları, küçük yaşlarda iken ölmüşlerdi. Her aile babası gibi Rasûl-i Ekrem de bir erkek çocuk sahibi olmak isterdi. Bu sebepten bir veya bir kaç kadın daha alabilirdi. O zaman memleketin örfü de, âdeti de buna mâni değildi. Ayni zamanda kendisine birtakım teklifler de yapılmıştı. Fakat, Hazreti Peygamber, bunu asla aklından bile geçirmedi.

Hazreti Hadîcenin ölümünden sonra, elli yaşındayken yalnız Hazreti Şevde ile evlendi. Şu hale göre Rasûl-i Ekrem elliüç yaşına kadar "tek zevceli" idi.

Peygamber Efendimizin çok zevce alması, "çok zevceli" olması, Medine devrinde elliüç yaşından sonra, hayatının son devresinde görülmektedir. Bunun da birtakım "içtimaî, siyasî, iktisadî, ahlâkî ve dinî, olmak üzere pek mühim sebepleri vardı:

1) Mekkeli Hazreti Âişe ile Mısırlı Hazreti Mâriye'den başka, Rasûl-i Ekremin diğer bütün zevceleri, ya dul veya boşanmış kadınlardı. Şehvet bahis konusu olunca, insan ruhu, dul kadınlardan ziyade, gençleri ve bakire kızları tercih eder. Şehvet hırsı, bekârlığı arar. Din düşmanlarının çirkin isnadları gibi, Rasûl-i Ekrem, sırf şehvet yüzünden evlenmiş olsaydı, Medine'de Muhacirlerle Ensârın çok güzel kızları vardı. Herhangi bir müslüman, kızını Peygambere vermeyi şeref sayar, kızlar da, Peygamber zevcesi olmaya can atardı.

Halbuki, Rasûl-i Ekremin maksadı pek yüksekti. Arkadaşlarının dullarını, yetimlerini himaye etmekti. Rasûl-i Ekremin nikahladığı kadınlardan bir kısmı ya harb sahasında şehîd düşmüş veya başka suretle kaybedilmiş dostlarının dulları veyahut himayeye muhtaç kimsesiz kadınlar ve öksüzlerdi (693). (Hazreti Şevde, Huzeyme kızı Zeyneb, Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Meymûne maddelerine bakınız!)

Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Zeyneb, bunların üçü de duldu. Üçü de puta tapıcıların düşmanlığı yüzünden himayeden mahrum kalmışlardı. Ya bunların akrabası kendilerine muavenet edebilecek durumda değillerdi veyahut yardım etmek istemiyorlardı: (694).

2) Bedr ve Uhud gibi gazvelerde müslümanlar, pek çok zayiat vermiş, kadınlarla erkekler arasında muvazenesizlik başlamış, kadınlara bakarak erkekler azalmıştı. Halbuki, müslüman kadını, kendi dininden olmayan bir erkekle kesin olarak evlenemezdi. İslâm dini buna asla müsaade edemezdi.

Rasûl-i Ekrem, gazvelerde şehîd düşen arkadaşlarının zevceleriyle evlenmeyi diğer ashabına mecbur kılmış, kendisi de bu işde, arkadaşlarına öna-yak olmuştu.

Kadınların ihtiyacı, bazı siyasîlerin dedikleri gibi, yalnız gıda maddelerinden ibaret değildi. Himayeye muhtaç bu gibi kadınların cinsi ihtiyaçlarını da tatmin etmek lâzımdı. Aksi halde, kadınların ahlâk bakımından düşmelerinden ciddî olarak endişe edilebilir, sonunda da bütün bir milletin varlığı teh-kileye düşebilirdi.

"Yüksek ahlâkı tamamlamak için" gönderildiğini bildiren (695). Rasûl-i Ekrem, kadınların bedenî ihtiyaçlarından başka, iffetlerinin korunmasıyle de alâkalı bulunuyordu: (696).

3) Rasûl-i Ekrem, varlıklarını kendisine bağlamış olan ashâbdan bazılarının bu bağlılıklarını, akrabalık bağlarıyle de kuvvetlendirmek istemiş, zevcelerinden bir kısmı da bu düşüncelerle nikâhlanmışlardı (Hazreti Âişe, Hafsa, Cahş kızı Zeyneb maddelerine bakınız!).

Ebûbekrin kızı Hazreti Âişe ve Ömerin kızı Hafsa ile nikahlanmak suretiyle, Hazreti Ebûbekr ile Hazreti Ömer, kendi kızlarını vererek Hazreti Osman ile Hazreti Aliyi kendisine bağlamış, sayıları pek az bulunan İslâm cemaati içinde îmân birliğini, akrabalık bağlarıyle de perçinlemişti.

4) Rasûl-i Ekremin nikahlamış bulunduğu zevcelerinden bir kısmı da, sulhun korunmasına yardım eden düşman kabilelerindendi: (Hazreti Cüveyri-ye, Safiyye, Mâriye maddelerine bakınız!).

5) Peygamber Efendimizin Medine devrinde yani 53 yaşından sonra, çeşitli yönlerden bir çok kadınla evlenme sebepleri arasında en mühimi: "Dinî" sebepti. Hattâ "dinî sebep" bütün bu sebeplerin üstünde yer almış bulunuyordu. Çünkü, İslâm dininde, yalnız kadınları ilgilendiren hükümler vardı. Bu hükümleri, Peygamberimiz doğrudan doğruya kadınlara söyleyemezdi. Bu hükümler: Kadınların mahremiyetine aid meselelerdi. Kendisine kadınlar tarafından sorulan bir çok suallerin cevaplarını Rasûl-i Ekrem, zevcelerine bırakırdı. Bu hakikati, Hadîsi, Şerifler bize bildirmektedir. Halbuki, böyle mühim dinî vazifeyi, bir kadının tek başına yapabilmesi mümkün olamazdı. Muhtelif meseleleri lâyıkıyle kavrayabilmek için çeşitli zekâlara ihtiyaç vardı. Hazreti Peygamber Efendimizin önce gelmiş bulunan diğer büyük Peygamberlerin bir zevceden ziyade kadınla evlenmiş olmalarının başlıca sebebi de işte bu dinî esaslardı.

Rasûl-i Ekrem Efendimizin sözlerini, işlerini, bütün incelikleriyle nakledebilmek için, bir çok zevcelerinin bulunması lâzımdı, zaruriydi. Hattâ, zevceleri için de Hazreti Âişenin Rasûl-i Ekrem tarafından çok sevilmiş ve takdir edilmiş olması da, peygamberimizin kendisine öğretmiş olduğu dînî meseleleri kavramada büyük kabiliyet ve zekâ göstermiş olmasından ileri gelmekteydi. Halbuki, Hazreti Zeyneb ile Safiyye, Hazreti Âişeden daha güzeldj: (697)

Esasen, Peygamberler, tarihinde "çok evlenme işi" yalnız Rasûl-i Ekremin hayatında görülmüş de değildi. Kendisinden evvelki Peygamberlerde de vardı. Hazreti İbrahim, tek zevceli değildi. Hazreti Yakûb, Hazreti Mûsa, Hazreti Dâvûd öyle idi: nikâhlısı yalnız bir kadın değildi. Hele, Süleyman Peygamberin: üç yüz nikâhlı yediyüz cariye olarak, bin tane zevcesi bulunduğu rivayet edilmektedir: (698). İncillerin bildirdiğine göre, Peygamberler arasında, yalnız Hazreti İsânın, tek zevcesi bile yoktu. Fakat, Hazreti İsânın bu bekâr hayatı, insanlığa örnek tutulamaz. Çünkü, rahiplik hayatı (bekâr kalmak), dünya hayatının çökmesi demekti.

6) Hicretin dokuzuncu senesi, müslümanların kazanmış oldukları başarılar sayesinde, elde edilen ganimetler yüzünden, Beytülmâl (Hazine) zenginlemiş, Medinede ashabın durumu düzelmiş, umumî refah artmış, herkes saadete kavuşmuştu. Fakat, Rasûl-i Ekremin saadethanesi, eski halini muhafaza ediyordu: (V. Rasûl-i Ekremin Yaşayışı maddesine bakınız!). Çünkü, Resûlullahın gözünde dünya zevklerinden hiç biri yoktu. Bazı zamanlar, iki ay evinde ateş yanmadığı olurdu. Peygamber Efendimiz, israf ve sefahatten tamamiyle uzak bir hayat yaşıyordu. Bütün hayatı boyunca, günde iki defa yemek yediği görülmemişti. Ancak, Rasûl-i Ekremin zevceleri bu hale dayanamadılar. İçlerinden pek tabiî ve insanî bir arzu geçti. Diğer kadınlar gibi umumî refahtan kendilerine isabet eden hisseden faydalanmak istediler .Rasûl-i Ekreme başvurdular.

Vakıa, Rasûl-i Ekremin zevceleri, Hazreti Peygambere zevce olmak şerefi sayesinde, seviyeleri yükselmişti. Kendileri de Arabistanın yüksek ailele-rindendi. Bunlardan Ümmü Habîbe: Ebûsüfyanın kızıyd. Cüveyriye: Mustalikoğulları başkanının, Safiyye: Benî Nadîr başkanının, Âişe: Hazreti Ebûbekr! n, Hafsa: Hazreti Ömerin kızlarıydı. Rasûl-i Ekremi de çok severlerdi.

Ancak, onlar da yaradılış bakımından birer kadındı. Fakat, zevcelerinin bu isteklerinden ve daha bazı buna benzer hallerinden Rasûl-i Ekrem müteessir oldu. Zevcelerinden bir ay ayrı yaşamak istedi. Bir hücreye kapandı. İlâ' (yemin) müddeti olan bir ay'ı (29 günü) böylece geçirdi. O zaman tahyîr (iki şey arasında muhayyerlik) âyeti geldi: - Rasûl-i Ekremin zevcelerini ya dünya ziynetine kavuşmak veya Peygamber zevcesi olarak kalmak gibi, iki şıktan birini seçmede muhayyer bıraktı: (699).
- £y Peygamber! Zevcelerine de ki: Siz dünya hayatını ve ziynetlerini isterseniz, gelin size istediklerinizi vereyim, sonra, size güzel bir tarzda yol vereyim. Şayet Allahı, Peygamberi ve âhireti istiyorsanız, muhakkak Allah, içinizden iyilik eden kadınlara büyük mükâfat hazırladı.

Bu açık âyetler gösteriyor ki, Rasûl-i Ekremin evi: Şehvet yeri değil, edeb ve fazilet ocağıydı. Zevceleri de dünya ziynetleriyle uğraşacak insanlar değildi. Onların daha yüksek vazifeleri vardı. Onların vazifeleri: Rasûl-i Ekremle bir arada bulunmak, bu sayede bütün insanlığa ve kadınlığa aid, Hazreti Peygamberden duydukları ve öğrendikleri her şeyi hatırda tutmak ve hemcinslerine öğretmekti. Bu sebepten bütün zevceleri, Rasûl-i Ekremle beraber yaşamayı, dünya ziynetine tercih ettiler.

Aynı zamanda, Peygamberimizin zevceleri, mü'minlerin anneleri (Üm-mühâtı Mü'minîn) idi. Bir müslüman, annesiyle nasıl evlenemezse, Rasûl-i Ekremden, sonra, Onun zevceleriyle de, hiç kimse evlenemezdi. Kur'anı Kerim, bunu da yasak etti: (700).

Bakınız: (mekke, medine, peygamber, ırak, iman, dünya, ensâr, muhacirîn, kabile, ahlâk, din, peygamber efendimiz (s.a.v), aşk, allâhü teâlâ, hadis-i şerif, yol, insan, dil, müslüman, ashâb-ı kirâm, kazâ, rivâyet, şehîd, rasûl, acı, saklama, resûlu`llah, rasûl-i ekremin zevceleri, kadın, şehvet)

[I][B][SIZE=5]Rasûl-i Ekremin Zevceleri[/FONT][/B][/I]

Rasûl-i Ekrem Efendimizin altmışüç yıllık hayatı içinde, nikahlanmış olduğu zevceleri oniki idi:

1) Hazreti Hadîce
2) Hazreti Şevde,
3) Hazreti Âişe
4) Hazreti Hafsa
5) Huzeyme kızı: Hazreti Zeyneb
6) Hazreti Ümmü Seleme
7) Cahş kızı: Hazreti Zeyneb
8) Hazreti Ümmü Habîbe.
9) Hazreti Cüveyriye,
10) Hazreti Safiyye,
11) Hazreti Mâriye
12) Hazreti Meymûne isimlerinde idi.

Bunlardan Safiyye: israil cinsinden, Mâriye: Mısırlı, diğerleri Arabdı. Arab zevcelerinin altısı, Mekkeli Kureyş kabilesindendi.

[COLOR=red][B]1) Hazreti Hadîce -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Rasûl-i Ekremin ilk zevcesi: Hazreti Hadîce idi. Evlendikleri zaman Hazreti Hadîce: otuzdokuz, Rasûlullah: Yirmibeş yaşlarında bulunuyordu: (Peygamberimizin Evlilik Hayat; maddesine bakınız!) Yirmibeş sene beraber yaşadılar. Bu yirmibeş yıllık mesud aile hayatının onbeş senesi, Peygamberlik vazifesini ifaya başlamadan önce geçti. On yıllık kısmı da, Peygamberlik devrinin ilk bölümünde idi.

Rasûl-i Ekreme ilk inanarak, arkasında ilk namaz kılan Hazreti Hadîce oldu. İslâm tarihinin en büyük kadınıydı. Peygamberimizin yedi çocuğundan altısının annesi, Hazreti Hadîceydi. Hicretten üç yıl önce, Hazreti Hadîce vefat ettikleri zaman, Rasûl-i Ekrem: elli yaşında idi.

[COLOR=red][B] 2) Hazreti Şevde -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
"İbni İshak"a göre, Rasûl-i Ekrem Efendimizin, Hazreti Hadîceden sonra, aldığı ilk kadın, Hazreti Şevde oldu. Peygamberimiz, Hadîcenin ölümünden birkaç ay sonra, Tâiften pek müteessir olarak dönmüştü. Şevde ile evlenmesi, böyle bir zamana rastlamaktadır. Şevde, evvelce, kocası: Sekran ile birlikte, Habeşistana, ikinci kafileyle göç etmişti. Kocası orada vefat etmiş, kendisi Mekke'ye yalnızca dönmüştü. Yaşlı bir kadındı. Sıkıntı içinde bulunuyordu. Kocası, müslümanlık uğrunda, evini, vatanını terketmiş ve hayatını feda eylemişti. O zaman İslâm cemaati azdı. Bu kimsesiz kadını, memleketin âdetine göre, himaye edebilecek hiçbir vasıta da yoktu. Rasûl-i Ekrem, kendi maişetini, müşkilâtla tedarik ettiği halde, Şevde ile evlendi: (677). Hazreti Şevde, Rasûl-i Ekrem'den sonra, Hazreti Ömerin halifelik devrinde vefat etti. Şevde, Rasûl-i Ekremden, beş hadîs nakletmiş, bunların birini "buhârî" rivayet eylemişti.

[COLOR=red][B]3) Hazreti Âişe -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Rasûl-i Ekrem Efendimizin ilk eşi Hazreti Hadîce, Hicretten önce, Mekke'de vefat edince, Rasûl-i Ekrem yalnız kalmıştı. Şevde ile evlenmezden önce Hazreti Ebûbekr'in kızı Hazreti Âişe ile Mekke'de nişanlandı. Hicretten sonra, Medine'de nikahlandı. Nişanlandığı zaman Hz. Âişe ondört yaşındaydı. Evlendiği zaman ise denildiği gibi, çocuk yaşında değildi. Onsekiz yaşında bulunduğu tarihî olayların incelenmesinden anlaşılmaktadır:

Sahîhi Buhârîye göre, Hazreti Âişe, Kur'anın Mekkeli âyetleri gelirken oyun çağındaydı. Bu yaştayken, kendisi "Kamer" Sûresinin nazil olduğunu söylüyor. Kur'anın 54'üncü Kamer sûresi, Mekkeli sûrelerdendir. Bu sırada Rasûl-i Ekrem "Erkam"ın evinde bulunuyordu. Rasûl-i Ekrem, Hicretin ilk senesi Hazreti Âişe ile evlendi. "Bakare" ve "Nisa" sûreleri vahyolunurken Hazret-i Âişe, Rasûl-i Ekrem'in zevcesi bulunuyordu. "Bakare" sûresi, Medine devrinin ilk zamanlarında nazil olmuştu. Mişkât sahibi der ki: Hazreti Âişenin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi. Âi-şeden on yaş büyüktü. Hazreti Âişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette onyedi yaşındaydı: (678). Rasûl-i Ekrem'le evlendiği zaman, on-sekiz yaşında bulunuyordu. Hazreti Âişenin altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında nikâhlandığı hakkındaki rivayetler doğru değildir, tarihî hakikatlere aykırıdır.

Vakıa, Hazreti Âişe, gençti. Küçüktü. Rasûl-i Ekrem ile aralarında yaş farkı vardı. Fakat, bu yaş farkı yüzünden evlenmelerine, memleketin o zamanki âdeti mâni değildi. Fazla olarak, Hazreti Ebûbekir, ilk zamanlardan-beri, Rasûl-i Ekrem Efendimizin en fedakâr ashabından bulunuyordu. Manevî bağlarla bağlı bulunduğu Peygamberine, akrabalık bağlarıyla da bağlanmayı çok istiyordu. En büyük emeli buydu. Rasûl-i Ekrem de, böyle düşünüyordu. Peygamberimizin Hazreti Âişe ile evlenmesi karşılıklı duyguların, isteklerin bir neticesi oldu. İki tarafın arzusuna uygun düştü. (368 sayılı Hazreti Âişe maddesine bakınız!).

[COLOR=red][B]4) Hazreti Hafsa -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Rasûl-i Ekremin zevcelerinden biri de, Hazreti Ömerin kızı Hazreti Hafsa idi. Peygamberimizin bütün hareketlerinde nasıl büyük hikmetler bulunuyorsa, evlenme işlerinde de mühim sebepler vardı. Hazreti Ebûbekrin kızı Hazreti Âişe ile evlenmesi hangi sebepten ileri gelmiş ise, Hazreti Ömer'in kızı Hazreti Hafsa ile izdivacı da aynı sebebe dayanmaktaydı.

Hazreti Hafsa, önce "Hanîs" adında ashâbdan bir zat ile evlenmiş, onunla birlikte "Medine"ye de hicret etmişti. Fakat, ilk kocası, "Hanîs"in Bedr gazvesinde din yolunda şehid düşmesi üzerine, Hazreti Hafsa dul kalmıştı. Hazreti Ömer, kızını tekrar evlendirmek istedi. Ona eş olabilecek erkeklerden Hazreti Osman'a başvurdu. O zaman, Hazreti Osman, Rasûl-i Ekremin kızı olan zevcesi Hazreti Rukıyye'yi kaybetmiş bulunuyordu. Ancak, Ömerin teklifine karşı Osman, müsbet bir cevap veremedi. Düşüneceğini söyledi. Bunun üzerine Hazreti Ömer, Hazreti Ebûbekre müracaat etti. Fakat, Ebûbekr de sükût ile karşıladı. O zaman Ömer hiddetlendi. Canı sıkıldı. Ancak, Hazreti Hafsa, babası Ömer gibi, asabî mizaçlı bir kadındı. Kendisiyle geçinmek kolay değildi. Fakat, kızına münasip bir koca bulamayınca, Hazreti Ömer çok üzüldü. Rasûl-i Ekrem Efendimiz Hazreti Ömefin üzgün bulunmasını arzu etmedi. Çünkü, Hazreti Ömer de, Hazreti Ebûbekr gibi, varlığını Hazreti Peygambere bağlayan en yakın arkadaşlarındandı. Ömeri de, Ebûbekr gibi akrabalık bağıyle kendisine bağlıyarak memnun etmeyi düşünmüştü. Hafsa-yı bu sebepten kendisine nikahladı. Hazreti Hafsa, Peygamberimize vardığı zaman; otuzbeş yaşındaydı.

Evlenme işinden sonra, Hazreti Ebûbekr, Hazreti Ömeri gördü. Ömer, kendisine sükûtla mukabele ettiği için müteessir olduğunu bildirince, Hazreti Ebûbekr, Rasûl-i Ekremin Hafsayı isteyeceğinden haberi olduğunu ve fakat, Rasûl-i Ekremin bu sırrını ifşa etmek istemediğini, bu sebepten sesini çıkarmadığını anlatmış, şayet Rasûl-i Ekrem, Hafsayı almamış olsaydı, kendisinin Hafsayı almağa hazırlandığını da sözlerine eklemişti: (679).

Hazreti Hafsa, Rasûl-i Ekremden birçok hadîs rivayet etmişti. Hafsanın vefatı, Muâviye zamanındaydı. Asrı Seâdet müellifi der ki:

- Hazreti ömerin kızı Hazreti Hafsa ile Hazreti Ebûbekrin kızı Hazreti Âişe haklarında, tarih kitaplarında bir çok hikâyeler görülmektedir. Bu hikâyelere, münafıklar tarafından uydurulan bir çok şeyler karışmıştır. Bunları okurken dikkatli olmak gerekir." (680).

[COLOR=red][B]5) Hazreti Zeyneb -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Huzeyme kızı Zeyneb, Hilâloğulları kabilesindendi. İlk kocasından ayrılmış, ikinci kocası; Cahşoğlu Abdullah da, Uhud gazvesinde şehid düştüğü için dul kalmıştı. Rasûl-i Ekrem, Hicretin üçüncü senesi, Hazreti Hafsadan sonra, Hazreti Zeyneb'i de kendisine nikâh etti: Zeyneb: Ötedenberi "Yoksulların Anası" mânâsına "Ümmülmesâkîn" adiyle şöhret bulmuştu. Fakirleri, yoksulları, gözetler, onları yedirir, içirirdi. Orta yaşlı, merhamet sahibi, iyi bir kadındı. Rasûl-i Ekrem, Zeynebi: hem himayeye muhtaç bir dul bulunması hem de şefkat, sahibi bir kadın olması sebebiyle nikahlamıştı. Fakat Zeyneb Rasûl-i Ekremle pek az yaşayabildi. Üç ay sonra vefat etti. Namazını Rasûl-i Ekrem kıldı. "Beki" mezarlığına gömüldü. Hazreti Peygamberin hayatı esnasında, Hazreti Hadîce ile Hazreti Zeynebden başka hiç bir zevcesi ölmemişti.

[COLOR=red][B]6) Hazreti Ümmü Seleme -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Adı: Hind, künyesi: Ümmü Seleme idi. Ümmü Seleme, ilk kocası "Ebû Seleme" adiyle tanınmış "Abdülesed oğlu Abdullah" ile birlikte müslüman olmuş, Habeşistana göç etmiş, oğlu Seleme, orada doğmuştu. Habeşistan-dan Mekke'ye dönen "Ümmü Seleme", Mekke'den de Medine'ye hicret etmişti.

Ümmü Seleme'nin kocası çok cesurdu. Bedr ve Uhud gazvelerinde bulundu. Uhudda yaralandı. Hicretin dördüncü yılında vefat eyledi. Rasûl-i Ekrem, Ebû Selemeyi çok severdi. Ölürken başında bulundu. Son dakikalarında onu teselli etti. Kendi eliyle gözlerini bağladı. Cenaze namazını dokuz tekbirle kıldırınca, herkes, sehven fazla tekbir aldığını sanarak, kendisine sordukları zaman, Rasûl-i Ekrem:
- Ebû Seleme'nin bin tekbire bile lâyık olduğunu, cevap olarak söylemişti.

Ebû Selemenin vefatı esnasında zevcesi hamile idi. Ümmü Seleme çocuğunu doğurdu, iddet zamanı da geçti. Fakat, kocası Ebû Belemeden sonra, çok fena duruma düşmüştü. Rasûl-i Ekrem, kocasının ölümünden tam dört ay sonra, Ümmü Selemeye evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Seleme, önce tereddüt etti:
- "Ben yaşlıyım. Rasûl-i Ekrem bende ne Seâdet bulacak! Fazla olarak, bir oğlum, bir kaç da kızım var. Mizacım da çok kıskançtır." diyerek tereddüdünü açıkladı. Hazreti Peygamber, bunların hepsini hoş gördüğünü bildirdi. Ümmü Selemeyi, kendisine nikâhlıyarak himayesine aldı. Onu teselli etti. Hicretin dördüncü yılı idi.

Rasûl-i Ekremin bütün zevceleri arasında, Hazreti Ümmü Selemenin en sonra vefat etmiş olduğunu, Sîret yazarları ittifakla yazmaktadır. Ümmü Seleme, Hicretin ellidokuzuncu senesinde öldüğü zaman, seksendört yaşında bulunuyordu. Medine'de, Beki' mezarlığına gömüldü.

Fazl ve kemâl bakımından, Ümmü Seleme'nin, Hazreti Âişeden sonra geldiğini, İbni Sa'd, Tabakat'ında bildirmektedir. Hadîs rivayetinde Hazreti Âişeden başka, Rasûl-i Ekremin diğer zevcelerinin hepsine üstündü. Hudeybiye muahedesinde en büyük hizmetini ifa etmişti: (Hudeybiye Muahedesi maddesine bakınız!).

[COLOR=red][B]7) Hazreti Zeyneb -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Rasûl-i Ekremin zevceleri arasında iki tane Zeyneb vardı. Biri: Huzeyme kızı Zeyneb, diğeri: Cahş kızı Zeyneb idi. Cahş kızı Zeyneb, Peygamberimizin pek yakın akrabasındandı. Bir taraftan öz halasının kızıydı; diğer taraftan dedesi Abdülmuttalib torunuydu. Kendisini, Hazreti Âişe derecesinde tutardı.

Cahş kızı Zeynebin ilk kocası, Rasûl-i Ekremin azadlı kölesi ve evlâtlığı Zeyd idi. Zeynebi Zeydle evlendiren bizzat Rasûl-i Ekrem oldu. Hazreti Peygamber, Zeynebin kardeşi Cahş, oğlu Abdullaha, Zeynebin Zeyde verilmesini teklif etti. Fakat, Rasûl-i Ekremin bu teklifi iyi karşılanmadı. Zeynebin kendisi de, velisi bulunan kardeşi Abdullah da, Zeydi istemediler. Onlar, her ikisi de, Zeynebin, Peygamber tarafından alınmasını düşünüyorlardı. Çünkü, Zeyneb asalet sahibiydi. Kureyş kabilesinin Hâşimi kolundandı. Aynı zamanda, Rasûl-i Ekremin halazadesiydi. Zeyd ise, azadlı da olsa, bir köleydi. Arabanânesine göre, asîl bir kadın, bir köleyle evlenemezdi. Halbuki müslümanlık, bütün insanları, yaratılış bakımından eşit sayıyordu. Kur'anı Kerim:
- "Sizin. Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır." buyurmuştu: (681). (Mekke'nin Fethi maddesine bakınız!).

Bu sebepten, bu Arab ananesinin kaldırılması gerekiyordu. Rasûl-i Ekrem bunu önce, kendi akrabası içinde tatbike girişti. Zeyd ile Zeynebin evlenmesinde ısrar etti. Bu suretle, müslümanlıktaki hakikî müsavatı göstermek istedi.

Rasûl-i Ekremin bu ısrarı karşısında Zeyneb, istemiyerek Zeyd ile evlendi. Bununla, Arabların eski ananesi yıkılmış ve ortadan kalkmış oluyordu. Bu, en büyük bir inkılâp sayılabilirdi. Fakat, Zeyd ile Zeyneb mesud olamadı. Kurulan bu yuva seadete eremedi. Çünkü:

Zeyneb, çok dindar ve Allahtan korkan bir kadındı. Fakat, sülâlesiyle, güzelliğiyle iftihar ederdi. Azadlı bir köle ile evlenmeyi bir türlü hazmedemi-yordu. İki taraf birbirini küfüv ve emsal saymadığı için, aralarında geçimsizlik başladı ve bütün şiddetiyle devam etti. Zeyneb, sert ve mağrur bir kadın olduğu için, devamlı olarak kocası Zeydin kalbini kırıyordu. Zeyd, artık, dayanamadı. Rasûl-i Ekreme müracaat etti. Zeynebi boşayacağını bildirdi. Rasûl-i Ekrem, bu halden çok müteessir oldu. Çünkü, evlenmelerine bizzat Hazreti Peygamber sebep olmuştu. Israr eden kendisiydi. Zeyde:

- "Karını tut, Allahtan kork!" diye tavsiyede bulunuyordu: (682). Rasûl-i Ekrem, kendi tarafından tezvic edilen bir izdivacın başarısızlığa uğraması şayiasından ve bu başarısızlığın herkes tarafından söylenmesinden endişeleniyordu. Fakat, Kur'anı Kerimde:
- "Allahın açığa çıkaracağı şeyi kalbinde gizliyordun. Halktan korkuyor-dun. Halbuki korkulmaya en ziyade lâyık olan Allahtır." buyurulmaktadır:(683). Ancak, Zeyd, Rasûl-i Ekremin bütün tenbihleri hilâfına olarak karısı Zeynebi boşadı. Çünkü artık, Zeyd de Zeyneb'den nefret ediyordu.

Cahiliyyet devresinde, Arablarda bir an'ane daha vardı: Evlâtlık öz evlât sayılır, öz evlâdın bütün haklarına sahip olurdu. Müslümanlık, bu geleneği de kaldırdı. Evlâtlığı, yalnız "din kardeşi" olarak kabul etti. Kur'anı Kerim, evlâtlığın dul kalan zevcesini nikâhlamayı, manevî babalara halâl kıldı: (684).

- Vakta ki Zeyd, onun dilediğini yerine getirdi (onu boşadı). Mü'minlerin evlât edindikleri evlâtlarının zevcelerini, dilediklerini yerine getirdikten sonra (boşayıp iddet çıktıktan sonra) almalarında beis görülmesin diye, biz seni onunla evlendirdik. Allah m emri elbette yapılır.

Kur'ân âyetiyle, eskiden kalma bir âdetin daha ortadan kaldırılması bir zaruret halini almış oldu. Bu sebepten, Rasûl-i Ekrem de, hem Zeynebin, hem de akrabasının isteği üzerine Zeynebi nikahladı. Esasen, Zeyneble bütün akrabasının arzusu bu merkezdeydi. Rasûl-i Ekrem bizzat teşvik ettiği bir izdivacın iyi bir netice verememesi karşısında bu teklifi kabul etmek mecburiyetindeydi: (685). Kendisini, vicdanî bakımdan borçlu ve vazifeli saymıştı.

İşte, pek basit bu meseleyi, İslâm düşmanları dillerine dolayarak, Rasûl-i Ekremin, Zeynebi, yarı açık bir kapıdan görerek güzelliğine hayran olduğunu, Zeydin bunu haber alınca Zeynebi boşadığını, sonra, Zeynebin Hazreti Peygamber tarafından alındığını iddia etmektedir.

Avrupa'nın bütün mutaassıp yazarları böyle söyledikleri gibi, mutedil yazarlar da bu fikri ileri sürmektedir. Bunların hepsi de, Zeynebin Rasûl-i Ekreme pek yakın akraba, halasının kızı olduğunu, onun, Medine'ye hicret eden ilk müslümanlar arasında bulunduğunu, Rasûl-i Ekremin Zeynebi Zeydle evlendirdiğini, Zeynebin Zeyde varmasından önce Rasûl-i Ekremle evlenmek istediğini kabul ediyorlar da, sonra, iftirada bulunuyorlar.

Rasûl-i Ekrem, önce Zeynebi almağa istekli idiyse, onu bakireyken almasına kim mâni olabilirdi? Acaba, Rasûl-i Ekrem, onu görmemiş miydi, Bunu söylemeğe imkân var mıdır? Çünkü Zeyneb, Peygamberin yakın akrabasmdandı. Zeynebin izdivacından ewel, kadınlar, tesettüre (örtünmeye) riayet etmezlerdi. Zeynebin gerek Zeydle ve gerek Rasûl-i Ekremle evlenmesi, tesettür âyetinden önceydi. Hicab (örtünme) âyeti, bu izdivaçlardan sonra gelmişti.

Rasûl-i Ekrem, Zeynebi yakın akrabası olması,müslümanlığı ilk kabul edenler arasında bulunması itibariyle mükemmel bir suretle tanıdığı, sonra, gerek Zeynebin, gerek ailesinin, onun Peygamberle izdivacına taraftar olduğu halde, Zeynebi bakireyken cazibeden mahrum eden sonra yarı açık bir kapıdan görünce, ona cazibe yeren ne idi? Bu masal o kadar ahmakça bir uydurmadır ki, aklı selimi olan bir adamın bunu, herhangi bakımdan kabul etmesine imkân yoktur: (686). Fakat, hıristiyan yazarlar, hıristiyanlık taassubu yüzünden, ancak kendilerini tatmin için, bu gibi pek çirkin iftiralara ehemmiyet vermektedir.(687) Hazreti Zeyneb, Rasûl-i Ekrem'le evlendiği zaman 35 yaşındaydı. Rasûl-i Ekrem'in irtihalinden sonra, Ona kavuşan ilk zevcesi Zeyneb oldu. Hazreti Zeyneb, kendi kefenini bizzat kendisi hazırlamıştı. Hazreti Ömer zamanında vefat etti. Cenaze namazı halife tarafından kıldırıldı

[COLOR=red][B]8) Hazreti Ümmü Habibe -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Hazreti Ümmü Habîbenin adı: Remle idi. Habîbe adındaki kızından, dolayı künyesi: Ümmü Habîbe oldu. Ümmü Habîbe, Kureyşîlerin başkanı ve Uhud, Hendek savaşlarında başkumandanı Ebûsüfyanın kızıydı. İlk zevci: Cahş oğlu Abdullah ile birlikte Habeşistana hicret eden ikinci kafileye katılmıştı. Abdullah, Habeşistanda hristiyan olmuş, fakat, Ümmü Habîbe müslüman-lıkta sebat ederek kocasından ayrılmıştı. Ümmü Habîbe, yüksek aileden olduğu için, başka birisiyle evlenemedi. Bu yüzden yabancı bir diyarda kimsesiz kaldı. Korunmaya muhtaç bir duruma düştü. Babası Ebûsüfyan ise, henüz müslüman değildi. Bilâkis, müslümanların baş düşmanıydı. Bu sebepten, Ümmü Habîbe, babasının yanına da dönemezdi. Rasûl-i Ekrem, hâdiseyi haber aldı. Ümmü Habibeyi teselli edebilmek için, Habeşistana bir sefir yolladı. Habeş Necaşîsini (hükümdarını) vekil yaptı. Ümmü Habîbeyi kendisine nikâhlıyarak himayesine aldı. Nikâh merasimini Necaşî, Habeşistanda bulunan Ca'fer Tayyarın ve diğer müslümanların huzurunda yapmış, Rasûl-i Ekrem adına Ümmü Habîbeye 400 dinar mehir (nikâh bedeli) vermişti. Hazreti Peygamber, Habeşistana elçiyi Hicretin altıncı yılı göndermiş, fakat, nikâh merasimi yedinci senesi yapılmıştı: (688). Necaşî, nikâhtan sonra, Ümmü Habîbeyi, Medine'ye gönderdi.

Ümmü Habîbe, Rasûl-i Ekremin Peygamberlik devrinden 17 yıl önce doğmuş bulunduğuna göre, Peygamberimizle evlendiği zaman, 37 yaşındaydı. Hicretin 44 üncü senesi vefat etti. Medine'de gömüldü.

[B][COLOR=red]9) Hazreti Cüveyriye -radıyallahu anha-[/COLOR][/B]
Hazreti Cüveyriye: Dırâroğlu Harisin kızıydı. Haris de Benî Mustalik kabilesinin reisiydi. İlk kocası da, Mustalikoğullarından Safvanoğlu Müsafi' idi. Rasûl-i Ekremin, Mustalikoğullariyla yaptığı "Müreysî" gazvesinde, Cüvey-riyenin kocası Safvanoğlu Müsafi' ölmüş, kendisi de esirler arasında kalmıştı: (Mekkeli olmayan müşriklerle yapılan harbler: Müreysî' Gazvesi maddesine bakınız!) Hazreti Cüveyriye, ashâbdan: Kaysoğlu Sâbit'in hissesine düşmüştü.
İslâmî hükümlere göre, esirler, sahiplerine bir miktar para vererek hürriyetlerini kazanabilirlerdi. Fakat, Cüveyriyenin yanında yeter derecede parası yoktu. Rasûl-i Ekreme, müracaat etti. Yardımını istedi. Fidyesi ödendi. Esirlikten kurtuldu. Kendi arzusuyla, Rasûl-i Ekreme nikahlandı. Kabilesinden olan bütün esirlerin de kurtulmasına sebep oldu. Rivayete göre, bu suretle azat edilen köle ve cariyelerin sayısı yediyüzü buluyordu: (689).

Hazreti Cüveyriye, Hicretin 56 ncı senesi, 65 yaşında vefat etti. Medine'de "Beki" mezarlığına gömüldü. (690). "

[COLOR=red][B]10) Hazreti Safiyye -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Hazreti Safiyye: Hayberin fethi sırasında esir düşmüştü (Yahudilerle yapılan İslâm Harbleri: Hayberin Fethi maddesine bakınız!). Babası: Ahtab oğlu Huyye, Beni Nadîr kabilesinin reisi, validesi: Benî Kureyza kabilesi reisinin kızıydı. Safiyyenin asıl adı: Zeyneb idi. Rasûl-i Ekremin hissesine isabet ettiği için Safiyye denilmişti.

Hazreti Safiyyenin kocası da, babası da kardeşi de Hayber savaşında ölmüşlerdi. Rasûl-i Ekrem, yahudilere müslümanlar arasındaki düşmanlığı
kaldırmak istedi. Safiyyeyi azad etti, sonra onunla evlendi. Safiyye, mûsevî
olmakla beraber aslında Arabdı: (691).
Safiyye, Hicretin 50 nci senesi vefat etti. Beki' mezarlığına gömüldü.

[COLOR=red][B] 11) Hazreti Mâriye -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Hicretin yedinci senesi Mısır hükümdarı tarafından Rasûl-i Ekreme gönderilen hediyeler arasında iki Mısırlı cariye de vardı: (485 ve 486 sayılı notlara bakınız!). Bunlar, Medineye gelirken, yolda, mürşidlerden müslümanlığı öğrenmişler ve müslüman olmuşlardı. Cariyelikten de çıkmışlardı. Rasûl-i Ekrem, bunlardan Mâriye ile evlendi. Mâriyenin, Rasûl-i Ekreme zevce olması, bütün Mısırlılar üzerinde çok iyi tesir bıraktı. Sonraki Bizans savaşında Mısırlıların tarafsız kalmalarına sebep oldu. Rasûl-i Ekremin "İbrahim" adındaki en küçük çocuğu, Mâriyeden doğmuştu. Mâriye, Rasûl-i Ekremin cariyesi değil, zevcesiydi. Mâriyenin doğurduğu İbrahim, Arab âdeti üzerine bir süt anneye verilmişti. İbrâhimin süt anneye verilmiş olması, annesi, Mâriyenin hür ve asil bir kadın olduğunu göstermektedir: (692).

Hazreti Mâriye Hicretin 16 ncı yılı vefat etti.

[COLOR=red][B]12) Hazreti Meymûne -radıyallahu anha-[/B][/COLOR]
Aynı sene "Meymûne" adında diğer bir dul kadın, Rasûl-i Ekremle evlenmek dileğinde bulundu. Bu suretle, kendisini Rasûl-i Ekrem'in hizmetine vakfetmek istedi. Arzusu yerine getirildi. Rasûl-i Ekremin en son nikahladığı kadın, Hazreti Meymûne oldu. Meymûne, Hazreti Abbâsın baldızı ve Abbâ-sın zevcesi Ümmülfadl'ın hemşiresiydi. Nikâh merasimini yapan da Abbâs oldu. Hazreti Meymûne fakirdi. Elli yaşından fazla yaşlı bir kadındı. Hicretin 51 inci senesi vefat elti. Cenaze namazını, Abbâsın oğlu Abdullah kıldı. Abdullah:

- "Bu, Rasûl-i Ekremin zevcesidir. Acele yürüyerek onun tabutunu sal-lamamaya dikkat ediniz! Ona hürmet için yavaş yürüyünüz!" demişti.

Bakınız: (süt, kâbe-i muazzama, lale, mekke, medine, peygamber, vatan, Buhârî, vicdan, kapı, ırak, kabile, tesettür, din, peygamber efendimiz (s.a.v), aşk, allâhü teâlâ, nil, hadis-i şerif, yol, insan, vasıta, dil, müslüman, ırmak, inci, isim, namaz, ashâb-ı kirâm, kazâ, takvâ, rivâyet, nebî, şehîd, sebat, rasûl, resûlu`llah, mürşid, acı, ahmak, rasûl-i ekremin zevceleri, kadın, hz. aişe)

Top