ihya.org

bedir gazası

Gömülen Müşrik Ölülerine Peygamberimiz'in Hutbesi

Müşrikler, öyle bir bozguna uğramışlardı ki, ölülerini bile toplayamadan kaçtılar. Peygamber Efendimiz burada, bir insanlık vazîfesi olarak, Bedir şehidlerini techîz-i tekfinden sonra, müşrik ölülerini toplatıp bir kör kuyuya gömdürttü.

Müşrikleri kuyuya doldurduklarında, kâfirlerin en mel'unlarından olan Ümmiye'tibni Halef öyle şişmişti ki, cesedi, zırhının içinde öldüğü için, kuyunun ağzından geçmedi. Zırhının içinden çekilip çıkarılınca, bedenin etleri dağıldı. Onu olduğu yerde bıraktılar. Üzerini kum ve taşlarla kapattılar.

Kuyu ağzına kadar kafir cesetleri ile dolunca, Peygamber Efendimiz kuyunun başına gelerek, şöyle hitapta bulundu: "Ey kuyuya atılanlar! (dedikten sonra içindekilerden bâzılarını adıyla ve sanıyla anarak),

Ey Utbe'tibni Rebia! Ey Şeybe'tibni Rebia! Ey Ümmiye'tübni Halef! Ey Ebû Cehl'ibn-i Hişam! (diyerek, birer birer saydıktan sonra);

Sizler, Peygamberinizin en kötü kavmi ve kabîlesi idiniz! Siz Beni yalanladınız! Başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar! Siz beni yurdumdan yuvamdan çıkardınız! Başkaları ise bana kucak açtılar! Siz benimle çarpıştınız! Başkaları ise bana yardım ettiler! Siz Rabbiniz'in size vâdetmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbim'in bana vâdetmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum!" dedi.

Müslümanlardan bâzıları, bu arada Hz.Ömer; "Yâ Rasûlellah! Sen şu cansız cesetlere, kokmuş lâşelere, ne diye seslenir, söz söylersin. Ölülere konuşuyorsun, onlar duyar mı?" deyince.

Peygamber Efendimiz; "Muhammed'in varlığı kudret elinde bulunan Allâh'a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyuyor ve eşitiyor değilsiniz! Fakat, onlar bana cevap vermeğe kâdir olamazlar" dedi.

Bakınız: (uçak, peygamber, ırak, kabile, din, peygamber efendimiz (s.a.v), aşk, allâhü teâlâ, insan, dil, müslüman, şehîd, rasûl)

Ebû Cehl'in Son Sözleri ve Başının Kesilmesi

Rasûlü Ekrem, durumdan çok memnun oldu. Ebû Cehli ortalarda göremediği için, onun ne olduğunu merak etmişti.

Yanındakilere; "Acaba Ebû Cehl'e ne oldu, ondan ve diğerlerinden bize kim haber getirebilir?" buyurunca, Abdullah ibn-i Mes'ud hemen oradan ayrılarak müşriklerin yere serilmiş lâşeleri arasında Ebû Cehl'i kanlar içinde can çekişir görünce sevindi. Hemen kılıncını çekip ayağı ile boynuna bastıktan sonra Ebû Cehil gözlerini açtı.

Abdullah ibn-i Mes'ud; "Ey Ebû Cehil! Sen misin?" deyince,

Ebû Cehil, O'na; "Ey koyun çobanı! Bir büyük reisi muhakkak büyük kimseler öldürmez. Bu ilk defa olan bir iş değildir. Sen, hangi tarafın gâlip geldiğini biliyor musun?" diye sordu.

Abdullah ibn-i Mes'ud; "Allâh'ın yardımıyla zafer bizim tarafta. Sizin gibi bütün kefereleri temizledik. Kalanlar da kaçıyorlar." diye cevap verdi.

Aldığı cevap üzerine Ebû Cehil çok üzüldü. Gözlerini kapamadan önce, hayâtı boyunca düşmanı saydığı Kâinâtın Efendisi'ne şöyle haber gönderdi: "Muhammed'e söyle ki şimdiye kadar O'nun düşmanı idim. Şimdi düşmanlığım bir kat arttı".

Abdullah ibn-i Mes'ud daha fazla dayanamadı ve şeytanın yuvası hâline gelen kafasını bir kılınç darbesiyle gövdesinden ayırdı. (Ebû Cehil ölürken bile îmâna gelmeyen keferelerin en büyüklerindendir. Ondan sonra daha birçok kefere gelecektir. Amma onun gibisi gelmeyecektir. Çünkü o Kâinât'ın Efendisi'ne çok eziyet etmişti.) Abdullah ibn-i Mes'ud cüsse bakımından Ebû Cehil'den küçüktü. Amma onun başını kestikten sonra saçlarından tutup sürüyerek Rasûlüllah'ın huzuruna getirdi ve söylediklerini nakletti.

Peygamber Efendimiz, onun başını görünce sevindi. Allâh'a şükretti ve kendi kavmine dönerek; "Bu ümmetin firavunu işte budur." dedi. Ayrıca bir Hadîs-i Şeriflerinde; "Bizim firavunumuz, Mûsa'nın firavunundan daha eşetti. Çünkü, Mûsa'nın firavunu ölürken «Mûsa'nın ve Harun'un Rabbîsine îman ettim» dedi, bu demedi." buyurmuşlardır.

Bakınız: (peygamber, iman, şeytan, hadis-i şerif, din, peygamber efendimiz (s.a.v), allâhü teâlâ, dil, rasûl, acı)

Müşriklerin Mağlubiyeti

Kureyş müşrikleri, 70 ölü, 70 esir vererek ve bütün eşyalarını bırakarak kaçtılar. Mü'minler 6'sı Muhâcirlerden, 8'i Ensardan 14 şehid verdi. Bedir şehidlerinin cenâze namazını Peygamber Efendimiz kıldırdı.

Müslümanlar, bu harpte daha ziyâde, Kureyş'in elebaşılarını gözetip temizlemek istiyorlardı. Çünkü Müslümanlar, ne çektilerse onların elinden çekmişlerdi. Onun için, Kureyş ulularından çoğunun Bedir harbinde öldürüldüğünü görüyoruz.

O zamanlar İslam düşmanlığının azılı lideri, elebaşısı Ebû Cehil idi. Ensardan Afrâ Hatunun iki oğlu Muaz ile Muavviz, onu öldürmeğe and içmişlerdi. Bu iki genç, harbin en şiddetli zamanında Abdurrahman ibn-i Avf'a rastlamışlar, Ebû Cehil'i tanımadıklarından, kendisinden Ebû Cehli göstermesini ısrarla ricâ etmişlerdi. O sırada, Ebû Cehil karargâhından müşrikleri kışkırtmak için çıkmış, "anam beni bu gün için doğurdu" diye, harbi kızıştırıyordu. Abdurrahman ibn-i Avf, Ebû Cehl'i Afrâ Hatunun iki genç oğluna gösterdi. Onların ikisi de yıldırım gibi at üzerindeki Ebû Cehil'e saldırdılar. Yaralayıp yere düşürdüler. Bu arada kendileri de şehîd edildiler.

Afrâ Hatunun oğulları gibi, Ebû Cehl'i arayanlar arasında Ensardan Muaz ibn-i Amr da fırsat kolluyordu. O esnâda Ebû Cehl'in yanına yaklaşarak kılıncını salladı ve ayağını yaraladı. Artık yürüyemez hâle gelen küfür önderi mecalsiz yere serilmişti. Bu arada Ebû Cehlin oğlu da babasının kanlar içinde yerde yuvarlandığını görünce yardımına koşmuş, Ensardan Muaz'ı yaralamış, bir kolunu kesmiş ve arkasından tâkibe düşmüştü. Fakat, babası Ebû Cehil (aynı zamanda küfrün de babası) ölüler arasına serilmişti.

Bakınız: (peygamber, ırak, ensâr, muhacirîn, peygamber efendimiz (s.a.v), dil, müslüman, namaz, küfür, şehîd)

Harbin Şiddetlenmesi

Taraflar arasında ferdî cenk bitince, saflar birbirine yaklaşmağa başladı. O anda görünen manzara; birbirine sıkı sıkı yapışmış yürüyen bin kişilik küfür ordusu, suratlar asık, kaşlar çatık, ellerde yalın kılınç geliyorlar. Karşılarında sâdece 313 mü'min, amma her biri bir orduya bedel.

Umûmi bir hamle başladı.

Allâh'ın Rasûlü yerden bir avuç kum aldı ve yaklaşan düşmana saçarak; "Yüzler yere sürünsün! yüzleri kara olsun!" dedi.

Çarpışma evvelâ şiddetli bir ok atışı ile başladı. Sonra iki taraf taş, mızrak, kılınç, hançer, birbirine girdiler. Toz duman, nâra, çığlık, demir sesleri birbirine karışmış, geriden hücum işâretleri veren davul sesleri başlamıştı.

Sağa, sola, öne, dâimâ ileriye kılınç sallayan Müslümanlar, hiç tanımadıkları, şimdiye kadar görmedikleri, beyazlar giyinmiş, başları beyaz sargılı insanları yanlarında gördüler. Bunlar Allâh'ın emriyle insan şekline girmiş meleklerdi. Müslümanlar arasına katılmışlardı. Dövüşen mü'minler, kulaklarında duymadıkları, bilemedikleri sesler olarak; «Dayanın, düşman zayıf! Allah sizinledir» seslerini duyuyorlardı.

Müslümanlar, arslanlar gibi atıldılar. Kelleler uçuyor, Kureyş'in elebaşıları birer, birer yere düşüyorlardı. Ebû Cehil de bunların arasındaydı.

Bakınız: (melek, allâhü teâlâ, insan, dil, müslüman, küfür, rasûl, gül)

Harp Mübâreze İle Başladı

Mübârezeye [2] ilk olarak müşriklerden, Rebiaoğulları Utbe, Şeybe ve Utbe'nin oğlu Velid çıktılar. Bunlara karşılık, Müslümanların saflarından birçok sahabinin çıkmak için ileri atılmaları üzerine Peygamber Efendimiz, üç kişiye karşı sâdece üç kişinin çıkmasını emretti. Bunun üzerine Beni Neccardan ve Ensardan olan Afrâ namındaki hanımın oğulları, Ensar gençlerinden Avf ile Muaz ve bir de Abdullah ibn-i Revvâha çıktı.

Utbe onlara sordu: "Siz kimsiniz, kimlerdensiniz?"

Onlar da adlarını, şanlarını teker teker saydıktan sonra karşılık verdiler; "Ensardanız! Allah Rasûlü'nün Medîne yardımcılarındanız!" dediler.

Utbe; "Bizim sizinle işimiz yok." deyip bu üç kişiyi reddettiler. Bunun sebebi de, karşılarındaki insanları aşağılık görmeleri idi. Medîneliler ziraatla, Mekkeliler ise ticâretle uğraştıklarından, Medînelileri hep küçümserlerdi.

Müşrik mübârizler, yüzlerini Peygamber Efendimiz'e çevirerek; "Yâ Muhammed! Bize kendi içimizden (Mekkelilerden) kendi kanımızdan adam çıkar!" diye bağırdılar.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz çok celallendi. Hemen; "Kalk yâ Ubeyde! Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali!" buyurarak, Onların, üç müşriki susturmalarını istedi. Üç yiğit ayağa kalkarak onların yanına doğru yürümeğe başladı. O vakit Hz.Ubeyde 63, Hz.Hamza 58, Hz.Ali 21 yaşlarında idi. Düşmanı susturmak, onların ya Müslüman olmalarını sağlamak veya İslâma attıkları iftiraları kendilerine yalatmak üzere, düşmana doğru ilerlediler. Bu üç kişi Arap âleminin en cesur savaşçı kişileri idi. Hz.Hamza ve Ubeyde İslâmdan önce Arablar tarafından da takdir edilen kimselerdi. Hz.Ali ise, Allâh'ın arslanı idi. Üçü de meydana çıktıkları zaman âdet üzere isim ve şöhretlerini söylediler. Zâten Allâh'ın bu üç arslanını tanımayan da yoktu.

Meydandaki üç müşrik, kalabalığa doğru dönerek; "Tam bunlar bizim dengi-mizdir. Biz bu üç kişi ile kılınç sallarız." diye bağırmağa başladılar.

Artık onları durdurmak için hiçbir sebeb kalmamıştı. Mübâreze başladıktan sonra, yapılan darbeleri teşvik amacıyla her iki taraftan da sesler yükseliyor, takdirlerle, Allah, Allah sesleri gökyüzünü kaplıyordu.

Müslüman mübârizlerin en yaşlısı Hz.Ubeyde, Utbe ile; Hz.Hamza, Şeybe ile; Hz.Ali de, Velid ile karşılaştılar. Hz.Hamza ve Hz.Ali rakiplerini îmânın savurduğu birer kılınç darbesiyle hemen hakladılar, devirdiler. Hz.Ubeyde, Utbe ile birbirine hamleler yapıyorlardı. Amma yaptıkları hamleler ihtiyarlıkları dolayısıyla yerini bulmuyordu. Hz.Ubeyde aynı kuvvet hamlesiyle kılıncını savururken düşmanıyla beraber kendisi de dizinden yaralandı. İşlerini bitiren Hz.Ali ve Hz.Hamza hemen atıldılar. Utbe'nin de işini bitirdiler. Hz.Ubeyde'yi omuzlarından tutup Peygamber Efendimiz'in yanına getirdiler.

Hz.Ubeyde'nin ayağından kanlar akıyordu. Bu mübârek zât ayağının ağrısını unutmuştu. Rasûlüllah'a; "Yâ Rasûlallâh! Ben şehid miyim?" diye sordu.

Kâinâtın Efendisi; "Evet" dedi. Ayağına bakarak, "Senin yerin cennettir" dedi. Bunun üzerine Ubeyde'nin yüzü güldü.

Bakınız: (mekke, medine, peygamber, cennet, iman, ensâr, din, peygamber efendimiz (s.a.v), allâhü teâlâ, insan, dil, müslüman, isim, şehîd, rasûl, acı, gül)

Tarafların Karşılaşması ve Harbin Başlaması

Ertesi sabah, iki ordu birbiriyle karşılaştı. Mü'minlerle müşrikler karşılaştıkları zaman, mü'minler, müşrikleri az, müşrikler de mü'minleri az ve zayıf görerek her iki taraf çarpışmağa isteklenmiş ve heveslenmişti. Müşrik ordusunun başı olan Ebû Cehil, durmadan harbe teşvik ediyordu. Müşriklerin bayrağından birini Ebû Azize ibn-i Umeyr, diğerini Nadir ibn-i Hâris, diğerini Tâlhâ ibn-i Tâlhâ taşıyordu.

Rasûlü Ekrem, meydana çıkıp Müslümanların saflarını düzeltti. Bâzıları saftan dışarı çıkmışlardı. Sanki, düşman üzerine ilk önce biz gideceğiz diyorlardı.

Peygamber Efendimiz, asâsı ile onları saflarına dâhil etti ve son olarak şöyle dedi: "Ben emretmedikçe düşman üzerine gitmeyiniz. Fakat ok menziline gelindiği zaman onlara ok atınız." buyurdu.

Peygamber Efendimiz, askerlerini saf saf dizdikten sonra sancaktarlar tâyin etti. Muhâcirlerin bayrağını Müs'ab ibn-i Umeyr'e, Hazrec'in bayrağını Habbab ibn-i Münzir'e, Evs'in bayrağını Saad ibn-i Muaz'a verdi.

Bakınız: (peygamber, muhacirîn, peygamber efendimiz (s.a.v), müslüman, rasûl)

Bedir Harbinde Nasıl Çarpışılacağının Müzâkeresi

Rasûlü Ekrem, Bedir gecesi yanındakilere, "Nasıl çarpışırsınız?" diye sormuştu.

Asım ibn-i Sâbit kalkıp eline yayı ve oku aldı; "Ey Allâh'ın Rasûlü! Kureyş kavmi, ikiyüz zira' (takriben 150-180 metre mesâfe) veya o kadar yaklaştıkları zaman yay ile ok atışı olur. Kureyş kavmi bize ve onlara taş yetişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman, taşla mücâdele yapılır. Kureyş kavmi, bize ve onlara mızrak erişecek kadar yakınımıza sokulduklarında, kırılıncaya kadar mızrakla mücâdele yaparız. Kırılınca da mızrağı koruz" dedi. Kılıncı alıp kuşandı ve onu sıyırarak, "Kılınç sıyrılır. Kılınçla çarpışmağa tutuşulur!" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah; "Harbin icâbı budur, bu tarzda çarpışılmasını gerekli gördüm. Çarpışan, Asım'ın çarpışması gibi çarpışsın!" buyurdu.

Bakınız: (allâhü teâlâ, rasûl)

Peygamberimiz'in Eshâbıyla İstişâresi

Peygamber Efendimiz, Eshâbıyla istişâre yaptı. Yapılacak gazânın onların rızasıyla olmasını istiyordu. Ensar ve Muhâcirîn ise Allah Rasûlü'nün tam hoşlanacağı şekilde konuştular ve O'nun mübârek kalbi sevinçle doldu.

Muhâcirîn nâmına, Mikdad ibn-i Amr konuştu ve şöyle dedi:

"Ey Allâh'ın Rasûlü! Seni bize Allah gönderdi, biz de seninle beraberiz. Biz sana İsrailoğullarının Hz.Mûsa'ya dedikleri gibi kat'iyyen demeyiz...(Onlar şöyle demişlerdi: «Sen ve Rabbin gidin harp edin, biz burada oturacağız.») Biz de deriz ki;«Sen ve Rabbin gidin harbedin, biz de sizinle beraber harp edeceğiz.»"

Ensar nâmına Saad ibn-i Muaz konuştu ve dedi ki:

"Ey Allâh'ın Rasûlü! Biz Sana îman ettik. Senin getirdiğine inandık, Sana bu hususta söz verdik. Bize istediğini emret! Biz seninle beraberiz. Seni gönderen Allah hakkı için, eğer denize girersen Seninle beraber biz de gireriz, hiçbirimiz geri kalmayız. Biz düşmana karşı varmaktan çekinmeyiz! Muhârebe vaktinde geri dönmeyiz! Sabrederiz, sadâkattan ayrılmayız! Allah'dan dileriz ki bizden memnun olacağın işler nasîb etsin! Hemen, Allâh'ın bereketinden dileyerek, istediğiniz tarafa gidelim."

Peygamber Efendimiz; "Böyle söyleyen bir kavim kat'iyyen yok ve mağlub olmaz." dedi.

Ensar, ikinci akabe bîatında Allah Rasûlü'nü, çocukları ve âileleri gibi koruyacaklarına söz vermişler, fakat harp edeceklerine dâir söz vermemişlerdi. Bîat maddelerinde bu yoktu. Allah Rasûlü onların ağızlarından bu sözleri işitince çok hem de çok memnun oldu. Yüzleri saadet belirtileriyle doldu ve "Yürüyün ve Allâh'ın lütfuyla şâd olun. İşte, Kureyş'in tek tek düşeceği noktaları görüyorum." diyerek, o noktaları mübârek elleriyle birer birer gösterdiler.

Dâva, kervanı basmak değil, küfür safını yıkmaktı. İstişâre netîcesinde, geri dönmek müşriklere ve yahûdîlere cesâret vereceğinden, harbe karar verildi.

Müşrik ordusu evvelce gelip Bedir suyunu zaptettiklerinden, Peygamber Efendimiz, ordusuyla Bedir'de kumluk bir sahraya indiler. Yürürken insanların ve hayvanların kumdan ayakları kayıyordu. Onun için Müslümanlar susuz kalmaktan korktular. Fakat, sabaha karşı yağan bol yağmur, Müslümanların yüzünü güldürdü. Allah tarafından, bir te'yîd-i Rabbâni olan bu yağmur sularından bol bol istifâde ettiler. Kumluk arâzi, yağmur yağınca biraz pekleşti. Üzerinde yürümek de kolaylaştı.

Bu arada Habbab ibn-i Münzir, inilen yeri beğenmeyerek şöyle dedi: "Yâ Rasûlellah! Buraya vahiy ile mi indik, yoksa bu harp durumu icabımıdır?"

Peygamber Efendimiz; "Mes'ele harp durumu işidir" deyince,

Habbab; "Bedir köyünün en sonundaki kuyunun önüne ordugâh kurulmasını" teklif etti.

Bunu münâsib buldular. Oraya gidip büyük bir havuz yaptılar. İçini su ile doldurduktan sonra diğer kuyuların üzerine çör çöp atarak kapattılar. Böylece düşman ordusunun onlardan faydalanmasını önlediler. Çünkü «harp hîledir».

Bu hâdise bize istişârenin ehemmiyetini gösteriyor.

Orada, Saad ibn-i Muaz'ın işâretiyle Allah'ın Rasûlü için bir gölgelik yaptılar. Peygamberimiz, o güneşlik altında, kalbi ile Allâh'a yönelerek; "Ey Allâhım! Kureyş, atlarıyla ve ordularıyla Senin Rasûlü'nü yalanlamak için geldiler.

Yâ Rabbi! Bana vâdettiğin zaferi bugün ver!

Yâ Rabbi! Sen eğer bu topluluğu helâk edersen, Sana yeryüzünde ibâdet edilmeyecek." diye duâ etti.

Bu duâsında o kadar vecd ve istiğrâka gelmişti ki, ridâsı (hırkası) omuzundan düştüğü halde farkına varmıyordu.

Hz.Ebû Bekir (R.A.), Peygamber Efendimiz'in ridâsını alıp omuzuna koymağa çalışıyordu... Şöyle diyerek Allah Rasûlü'ne mukâbelede bulundu: "Yâ Resûlallah, duân arşı titretti. Allah elbette vaadini yerine getirecek".

Fakat Allah Rasûlü duâsına devam etti. Hafif bir uykuya dalar gibi kendinden geçti. Rü'yâda, zaferin hilâlini gördü ve müslümanlara şöyle müjdeledi: "Bu gün kim sabırla ve sebatla harp ederse ve bu yolda öldürülürse Allah onu cennete koyar."

Bakınız: (kâbe-i muazzama, peygamber, cennet, uyku, iman, ensâr, muhacirîn, müjde, din, peygamber efendimiz (s.a.v), hz. ebu bekir, allâhü teâlâ, nil, hadis-i şerif, yol, insan, dil, müslüman, inci, küfür, sebat, rasûl, resûlu`llah, gül, ya resulallah)

Tarafları Harbe Götüren Sebepler

Ebû Süfyan, Müslümanların Mekke'de bıraktıkları malları da satarak Müslümanlara karşı silahlanmak için bin develik büyük bir ticâret kervanıyla Suriye'ye gitmişti. Bu servetle harbe hazırlık yapılacaktı. Bu kervanda, Mekkelilerin hepsinin malları vardı.

Peygamber Efendimiz yine bir gün, müşrikleri gözetlemek ve düşman hakkında ma'lumât edinmek üzere, Ensârdan Besbes ibn-i Amr ile Adiyy ibn-i Ebirruba'yı gözcü olarak ileri göndermişti. Gözcüler Bedir'e kadar gittiler. Kaplarına su doldurmak için oradaki su kuyusuna vardıklarında, su başında iki kişinin, Ebû Süfyan'ın ticâret kervanının yarın oraya uğrayacağı hakkında konuştuklarına şâhid oldular. Onlara hiçbir şey demeden, su doldurup döndüler ve işittiklerini Peygamberimiz'e aynen naklettiler.

Ebû Süfyan, tâkip edilecekleri kuşkusuyla Bedr'e kervanı sürmeden, konaklayacakları yerleri önceden bir gözden geçirip su başına da adamlar göndererek; «Buraya gelen oldu mu?» diye sordurmuştu. Su almak için iki kişinin geldiğini duyunca, tâkip edilmekte olduklarını sezerek, kervanı Bedr'e uğratmadan deniz sahiline, Cidde'ye sürmüştü. Bu arada, Zamzam adında müthiş çığlık atan birini kiralayarak Mekke'ye feryatçı dellal göndermişti.

Zamzam, korkunç bir kılıkla Mekke'ye gelip şehirde sokakları dolaşarak; "Ey Kureyş! Müslümanlar kervanı yağma ediyor! Yetişîn! İmdât! İmdât!" diye feryada başlamış, halkı galeyana getirmiş ve Kureyş harp için harekete geçmişti.

Ebû Cehil de işi kızıştırıyordu. Ebû Leheb hasta yatıyordu. O da hasta yatağından harbe teşvik ederek, kendi gidemeyeceğinden yerine bir bedel çıkarmıştı. Böylece hazırlanan müşrik ordusu 100 atlı, 700 develi, kalanı yaya olmak üzere 1000 civarında idi. Müslümanlarla harp etmek üzere yola çıktılar.

Bu arada Ebû Süfyan, kervanı hiçbir şey olmadan Mekke'ye ulaştırmış ve geri dönülmesi için de adamlarına haber göndermişti. Fakat, müşrikler tam bir harp hazırlığıyla yola çıktıklarını söyleyerek geri dönmediler. Bedr'e kadar gelip harbe hâkim yerlere yerleştiler. Su başını tuttular.

Aslında Ebû Cehil'den başkası harbi pek istemiyordu. Buna rağmen, Ebû Cehil kızgın bir hâlde şöyle bağırıyordu. "Buradan kat'iyyen gitmeyeceğiz. Burada üç gün kalacağız. Develer boğazlayıp yemekler yiyeceğiz, içkiler içip, çalgılar çalacağız. Bundan sonra Araplar bizim sevinç ve neş'emizi işitecekler, bizi ebediyyen sevecekler..." İşte bu azgın adam, azgınlığını böyle gösteriyordu.

Peygamber Efendimiz, ticâret kervanının Suriye'den Mekke'ye dönmekte olduğunu öğrenince, Eshab'ı ile Bedr'e doğru harekete geçti. Fahri Kâinât'ın ordusu 313 kişi olup, bunların 83'ü Muhâcirlerden, gerisi Ensardan idi. Orduda, süvâri gözcülerin kullandığı iki atla, münâvebe ile binilen yetmiş deve bulunuyordu.

Peygamberimiz, Ömer ibn-i Ümmü Mektüm'ü, Medîne halkına namaz kıldırmak için yerine vekil bırakarak, Ramazan'ın sekizinde Medîne'den yola çıktılar. Ümmü Mektüm âmâ olduğundan, Yahûdîler bir kargaşalık çıkarmasınlar diye Allah Rasûlü, Ebû Lübâbe'yi de yoldan çevirerek, Medîne'ye kâimi makam tâyin etti. Resûlü Ekrem, Ebû İnebe kuyusu yanında, Kays ibn-i Ebû Sasa'yı piyadeler üzerine çavuş tâyin edip, Müslümanların sayılmasını O'na emretti. O da aldığı emir üzerine Müslümanları orada durdurup saydı ve kendisine tekmil verdi.

Kureyş'in hazırlığından haberleri yoktu. Safra yakınına geldiklerinde, Mekke'den büyük bir ordunun çıktığını ve gelmekte olduğunu duydular.

Bakınız: (mekke, medine, peygamber, ramazan, ırak, ensâr, muhacirîn, din, peygamber efendimiz (s.a.v), aşk, allâhü teâlâ, nil, yol, dil, müslüman, ırmak, namaz, rasûl, gül)

Bedir, Medîne'ye 80 mil mesâfede bir köydür. Mekke'den Suriye'ye giden kervan yolunun üzerindedir. Müşriklerle Müslümanlar arasında en büyük harp ilk defa işte burada olmuştur. Bedir harbi, bi'setin 14., hicretin ikinci senesi Ramazan ayında vuku' bulmuştur. Hakk ile bâtıl arasında vuku bulmuş, Tevhid şirke, İman küfre gâlib gelmiştir.

Hz.Peygamberimiz ile Müslümanlar Medîne'ye yerleştikten sonra da Mekke'deki müşrikler boş durmadılar. Bir taraftan Medîne'deki yahûdîlerden bâzılarını elde ederek, gizliden gizliye onları Müslümanlık aleyhinde kışkırtıyorlar, Medîne ile Mekke arasındaki arâzide yerleşmiş olan halkı onların vâsıtasıyla Müslümanlar aleyhine çevirmeğe çalışıyorlardı. Bunların propagandaları gittikçe ilerliyordu.

Kureyş müşrikleri, Medîne'nin yakınlarına kadar sarkarak yağmacılığa başlamış, Medîne'nin otlağından bir kaç deveyi alıp götürmüşlerdi. Düşmanın bu gibi hâl ve hareketleri Müslümanların son derece uyanık bulunmalarını îcab ettiriyordu.

Peygamber Efendimiz, Mekke müşriklerinin Medîne'ye ansızın bir hücum yapmalarına meydan vermemek için ara sıra Müslümanlarla Medîne'den çıkar, civârı tarassud ederdi. Bâzen de kendisi gitmez, etrafı kontrol etmesi için gözcü gönderirdi.

Müslümanlar, müşriklerin bitmek bilmeyen saldırıları karşısında, onlara mukâbele etmek ve artık onlarla harp etmek için def'alarca müsaade istemişlerse de Peygamber Efendimiz; "Biz bununla emrolunmadık!" diyerek, müsaade etmemişti.

Peygamber Efendimiz dâimâ dîni, irşad yoluyla yaymağa çalışmış, zorlama yoluna gitmemişti. Mecbur kalındığı zaman, nefsini müdâfaa için kılınca sarılınmasına da Cenâb-u Hakk müsaade etmişti. Peygamber Efendimiz'in Peygamberliğinin onbeş yılı böyle güzel sözle, nasîhatla, dîne dâvet etmekle geçti. Nihâyet tecâvüzleri önlemek için Allah tarafından vakti gelince harbe izin verildi.

Bakınız: (süt, kâbe-i muazzama, mekke, medine, peygamber, ramazan, davet, din, peygamber efendimiz (s.a.v), allâhü teâlâ, yol, vasıta, dil, müslüman, inci, şirk, acı)

Top